23 Aralık 2011 Cuma

İYİ UYKULAR TÜRKİYE

İYİ UYKULAR TÜRKİYE !!!



Tam 14 gün boyunca bütçe denleştirmeye uğraştılar..
Sabahlara kadar “insanüstü” çalıştılar.
An geldi yorgunluktan bitap düşüp uyuyakaldılar...
Yeri geldi güldüler yeri geldi bardak kırıp birbirlerinin boğazına sarıldılar.
Ne de olsa herşey millet içindi.
Halkın refahı, mutluluğu, insanımıza daha iyi hizmetti aşkın adı.
Tarihi bile sorguladılar. Biri sırf bütçe denlkeşsin diye “Kıbrıs’ı işgal ettik” dedi.
Katilamları isyanlara çarpıp yüzleşme açığını nasıl kapatacağını anlatan oldu.
Elma ile armutu topladılar millet için. Simit hesabıyla vatandaşın cebinden çıkanı buldular.
Et fiyatlarıyla bir deri bir kemik kalan çocukları doyurdular.
“Ekmek dün bu kadar alınıyordu bugün bu kadar” diyerek halk ekmek kuyruklarını bitirdiler.
Vuvuzela öttürdüler. “İşssizlik azalıyor anlamayana davul zurna az” dediler.
“Şahsıma yönelik sataşma var” hırsıyla hop oturup hop kalktılar. Ne hainlik kaldı ne şerefsizlik.
“Grubumu itham eden ağır sözler” dediler, 69’a göre söz hakkı istediler.
“Çüş” diyeni de çıktı, ithamlarında dozu kaçıran da. Kaçırmak girince işin içine,
Muhalifine “Gaz kaçırıyorsun” diyerek milletin doğalgaz faturasını hatırlatma çabası bile oldu.
Kıpkırmızı kesildi yüzleri.
Utançtan değil,liderine atılan lafa yanıt verememekten;
Kiminin ar olmasa da şah damarı çatladı.
Soyadımı doğru söylemediniz diye isyan edeni oldu.
Kavga çıkardı.
Millet okusun da ne kavgalar veriyoruz görsün diye tutunaklara girmeye çabaladı az konuşanı.
“2012 yılı bütçesi üzerine Grubum adına söz almış bulunuyorum” dedi herbiri.
Tam 1500 sayfa tutunak tutuldu millet için.140 saat sürdü milletin bütçesini denkleştirme kavgası.
Ama 5 dakikalarını aldı 7 500 liralık emeklilikleri.15 gün boyunca düşmandılar iki dakikada kardeş oldular
Ne bağırdı ne de küfretti hiçbiri.
Yoksulluk diyen de olmadı açlıkta,
İşsizlik mi emekli mi hiç duyulmadı.
Kürt de yoktu Türk de. Kavga da yoktu gürültü de.
İki önerge,
4 parti ortaklaşa bitirdi herşeyi.
Eşine az rastlanır bir uzlaşıyla üstelik.
2 yıl vekil olana “emeğinin” karşılığı verilmeliydi.
Verildi.
İyi uykular Türkiye...

6 Aralık 2011 Salı

HİÇ "TORLUK" GÖRDÜNÜZ MÜ?

SİZ HİÇ “TORLUK” GÖRDÜNÜZ MÜ?
Birkaç gün önceydi sanırım,minik bir kız çocuğunun kaybolduğu haberi düştü ajanslara. Konya Beyşehir’de 2 yaşında bir kız çocuğu;adı Songül’dü.
O kaybolmadan önce 9 kardeşinin en küçüğüydü.
Kaybolmadan önce diyorum çünkü kaybolduğunu duyan hamile annesi sinir kriziyle 10.doğumunu yaptı. O da kızdı.
Beyşehir’de ormanlık bir alanda,Yeşildağ civarında kayboldu Songül.Çok soğuktu o gece.Eksi 5 dereceye düştü sıcaklık.Ağladı bütün gece.Korktu çok üşüdü.Üzerinde bir tek kazağı vardı Songül’ünhiç montu kabanı olmadı çünkü. Üşüdü ağladı.Korku ısıttı minik yüreğini ama elleri ayakları buz kesti.
Seferber oldu babası arama kurtarma amcaları.20 saat sonra buldular Songül’ü.Ormanlık alanda çalıların arasında ağlıyordu.
Onu bulan amcasının yanında güvende hissetti kendisini. Konuşmadı, ağzında zaten emziği vardı, açtı üstelik.Çok iyi bildiği açlıkla ağlıyordu.Bir daha ağlamadı.Hiçbir şey yapmadı. Öylece durdu.
Baba Necat Çelik (42).
Mardin’den kalkıp Beyşehir’e geldi. Mardin nere Beyşehir nere.
Dile kolay 900 km. Ama ekmek parası, işsizlik, açlık ve yoksulluk. Kadere boyun eğmemekti adı.
Yeşildağ’ın ormanlık alanında çadırını kurdu.11 nüfus naylon çadırın altında yaşam savaşı veriyordu.Meşeden odun kömürü yapıyordu Necati Çelik. Hani piknik keyfinizin olmazsa olmazı.Yanınca; ete, tavuğa ayrı bir tat veren. Oysa Çetin Ailesi tadını unutmuştu hatta iki yaşındaki Songül hiç bilmedi onları...
O çadır hayatlarıydı. Okul görmedi çocuklar.Banyo desen çadırın orta yerinde.Tuvaletse dışarda.Hastalık bırakmadı yakalarını. Hastane nedir bilmedi hiçbiri. Çadırları herşeydi. Songül’ün 37 yaşındaki annesi 10.çocuğunu da çadırda doğurdu. Doktorsuz, ebesiz...

Çadır kurulduğunda Ağustostu.Aralık geldi, dönmeleri gerekiyordu Mardin’e. Dönemedi baba Necati Çelik.2 ay erteledi memlekete dönmeyi.”Ama orada İŞ, AŞ yok. Biraz daha para kazanıp, ekonomik sıkıntı yaşamamak için kaldık." diyebildi.
10 çocuğu için gurbette çadırda yaşadı Necati Çelik.
Odun kömürü yaptı günlerce. Torluk kurdu.Ateş yaktı.Meşeleri için için yaktı. Kendisinin karısının yanma ihtimalini düşünmeden ateşle savaştı.-siz piknik keyfinizi sürün diye.- Odun kömürünün nasıl yapıldığını anlatmak zor. Gözünüzde şöyle canlansın yeter: “Ortalama 100 kg odundan 20-25 kg mangal kömürü yapılıyor. 15-20 gün sürüyor o emek.”
Peki bunca alınterinin karşılığı.Kiloda sadece 2,50 TL.
Hadi bir hesap yapalım:
100 kg odun toplayıp TORLUK kuran Necati Çelik en fazla 62.5 lira kazanacak.
Siz hiç Torluk gördünüz mü? demem o yüzden.
Odun kömürü yakıp keyif yaptığınızda bir düşünün derim.
Songül’ün ağlamasını...babasının 11 kişilik ailesini bir naylon çadırda hayatta tutmak için verdiği mücadeleyi...37 yaşındaki annesinin 10.çocuğunu doğuruşunu. Yoksulluğu...işsizliği..açlığı..zorunlu göçleri...eti..tavuğu...kömürü... pikniği...
Konya Beyşehir’de 2 yaşındaki Songül kayboldu,ne mutlu ki bulundu...
Bana bir yerlerdeki acıları tanıttı Songül..
Yoksulluğun, çaresizliğin, kimsesizliğin “Torluk” halini gösterdi...
Songül’ün bulunması aslında:
“ Türkiye’nin küçük ama milyonlarca gerçek fotoğrafını tanıttı.”

24 Kasım 2011 Perşembe

BAŞBAKAN KİME SAHİP ÇIKIYOR?

İSKİPLİ ATIF HOCA MI?

Malum tarihimizle yüzleşmek gerek. Başbakan açık seçik yakın tarihin bir sayfasıyla yüzleşti.Hatta CHP’yi dönemin koşullarına bakmaksızın “KATLİAM PLANCISI” gibi anlattı.Cumhuriyeti kurmakla övünen bir partinin elinde kan var demeye getirdi. Dersim katlimanın hesabını sormak hatta devlet adına “özür dileme” O’na nasip oldu.

Başbakan DERSİM’den dem vurdu sözü İSTİKLAL MAHKEMELERİNE getirdi.Acaba o dönemde verilen kararlar adına da mı özür dileyecek derken, İSKİLİPLİ ATIF HOCA’dan bahsetti. Ali Çetinkaya’nın kim olduğunu hatırlattı. Hani Şeyh Said İsyanı’ndan sonra kurulan ve 7 Mart 1927’e kadar görev yapan İkinci Dönem Ankara İstiklal Mahkemesi’nin başkanlığını yapan isim. “Sanığın idamına, şahitlerin bilâhare dinlenmesine” kararıyla bazı çevrelerin hedef aldığı isim.Hukukcu olmadığının altı sık sık çizilen Kel Ali.
(Anayasa Mahkemesinin şu anki başkanı ve vekili de hukukcu değil ama o konumuz değil)

Peki neden İSKİPLİ ATIF HOCA’yı üzerine basa basa hatırlattı başbakan? Şapka inkilabına karşı çıktığı hatta daha şapka inkilabıyla ilgili kanun çıkmadan kaleme aldığı "frenk mukalletliği ve şapka” kitabıyla kanuna muhalefetten suçlu bulundu ve idam edildi. Başbakanın vurgu yaptığı konu bu.Kel Ali’de o idam kararının çok sonrasında bakanlık yapan biri. Yani CHP’nin başbakanın kendi ifadesiyle kara geçmişini işaret ediyor.

Chp’nin yıllardır verdiği mesaj ortada."Başabakan rövanş peşinde".Ne için rövanş,kiminle rövanş? CHP’ye göre Erdoğan CUMHURİYET ve ATATÜRK ile rövanşın yollarını arıyor.CHP’ye göre Erdoğan’ın son verdiği örnekteki ısrar ve öfkeli ses tonu bir planın parçası.Aslında amacı DERSİM KATLİAMI ya da o dönemin acılarıyla yüzleşmek değil CHP’Yİ tartışmaya açmak.O acçılan tartışa üzerinden de Atatürk’e ulaşıp,Cumhuriyeti sorgulatmak.

Başbakanın İskilipli Atıf Hoca örneği biraz düşündürdü açıkcası.Gerçekten ne oldu diye sorgulamaya itti.Kimdi bu Hoca. 30’lu yılların sonunda yaşananlarla nasıl bir bağLantısı olabilirdi ki.Sonuçta istiklal Mahkemelerinin görevi 1927-28’de sona ermişti.Gerçekten bu örneği vererek başbakan aslında başka bir tartışma alanı mı yaratmak istiyordu? Önce İskilipli Atıf Hoca’ya ulaşmakta fayda vardı.

Kimin hangi çevrelerin savunduğu belli artık İSKİPİLİ HOCA’yı.Zaten Erdoğan’ın örnek vermesi ve sesinin rengine bakarak bilen bilmeyen de sahip çıkacak artık.

Bir de şu noktadan bakmak gerek İskilipli Atıf Hoca’ya ne dersiniz?

Cemiyeti Müderrisin Beyannamesi (25 eylül 1919)

Hemen altını çizelim İskilipli Atıf Hoca bu cemiyetin 4 kurucusundan.

Şöyle başlar o beyanname;

ey anadolu’nun masum ve mazlum ahâlisi!

bir zamanlar ne kadar şen ve bahtiyar idiniz. hemen hepiniz çoluğunuz ve çocuğunuzun yanında, tarlalarınızın, bağlarınızın başı ucunda, çiftinizle, çubuğunuzla uğraşıp vaktinizi hoş geçirmeye çalışır idiniz. bir müddetten beri size ne oldu?...

ve bir kaç paragraf sonrası:

... Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuvâ-yı Milliyye maskaraları Yunan askerlerinin önünden nâmerdâne bir surette kaçarken, zavallı saf ve gafil ahâlî ve askerden cem’ ettikleri kuvvetleri düşmanla harbe tutuşturarak ve “siz mevkiinizde sebat edin, biz şu taraftan onların arkasını çevireceğiz” tarzında yalanlar ve hilelerle savuşup kaçarak zavallı neferlerimizi ve ahâlimizi boşuboşuna kırdırmak usulünü takip ediyorlar. Biçare millet! bu yankesicilerin hilelerini, desiselerini hâlâ tamamen anlayamamıştır.

... İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harb-de mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin netâyicine katlanarak telâfisini sabr ü sükûn ve akl ü tedbir dâiresinde izâle etmekten başka çare var mıdır? Yunanlılarla harbe tutuşuyor, sonra da bir taraftan kaçıyor ve bir taraftan şöyle mukavemet ettik, böyle zayiat verdik gibi yalanlarla halkı iğfale çalışıyorsunuz!

... Kuvâ-yı Milliyye belâsının tevlit ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize: “Eğer Anadolu’da Kuvâ-yı Milliyye isyanını devam ettirir ve bastıramazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar. Kuvâ-yı Milliyye eşkiyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar.

... ulemâyı asıp keserek mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvâ-yı Milliye namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek hukuk-ı milleti müdâfaa edeceksiniz öyle mi? Utanmaz hâinler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenâb-ı Hakk’ın gazap ve laneti sizin üzerine olsun!”

... vaktimiz pek daraldı; ve bu âsilerin, ba-ğilerin, şekavetlerinden, cinayetlerinden halk bunaldı kaldı. Eğer bu ateşi kendi kendimize söndüremeyecek ve Anadolu’da asayişi temin ile biçare vatandaşlarımıza refah ve huzur vermeyecek olur isek galip devletler tarafından bildirildiği veçhile Pây-i tahtımızdan, sevgili İstanbul’umuzdan mahrum edileceğimiz gibi Anadolu’nun da ecnebiler tarafından istilâ olunacağı şüphesizdir.

... halife-i zîşânımız ve sevgili hakanımız efendimiz hazretlerinin de âsileri tedip etmek ve sizin rahatınızı ve saadetinizi temin eylemek için cem’ edilecek kuvvetin başında olarak bizzat oralara geleceklerini sizlere tebşir ederiz. Hazır olunuz! ve hâinlerden, bu canilerden vatanı kurtarmak için size düşen vazifeyi ifâda kusur etmeyiniz.

... Elinize aldığınız fetvâ-i şerif ki Allanın emridir, okuduğunuz hatt-ı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır, siz Allanın emrine halifenin fermanına ittibâen bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunları vücudlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur.

... Padişahımız halifemiz efendimiz hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz, geliniz dünya ve ahiret saadetini ihraz ediniz: İşte size ihtar eyliyoruz. Allahını, peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin!
///////////

O DEDİĞİNİZ TARAF KİMİN TARAFI?

Şapka devrimine muhalefetten mi?
Yoksa bu bildiri ve faaliyetler nedeniyle mi?
Gerçekten Şapkaya “hayır” diyeni mi astırdı Kel Ali?

Hani bir laf var ya;

“ŞAPKA” DÜŞTÜ “KEL” Mİ GÖRÜNDÜ ?

15 Kasım 2011 Salı

“10 KASIM MI, ATATÜRK’Ü ANMAMA MI” DEDİNİZ?

Binlerce cümle,
Onbinlerce kelime...
Bir dergiden bahsediyorum,
Türkiye Cumhuriyeti'nin en prestijli markalarından birine ait.
Neden mi en prestijlisi?
Ee ne de olsa Messi kemer baglamayı,
Rooney çıkış kapılarınıi gösteriyor,
Yetmiyor Kobe yemek yaparken,
Wozniacki çay servisine cıkıyor,
Bir dönem Kevin Kostner kullandı air-buslari...
Herbiri Türk Hava Yolları personeli
Yani “we are globally yours.
Bir de dergisi var Thy'nin,
Skylife!!!


Her ay yolcular için çıkan;
Koltuk ceplerinde üzerinde "beleş alabilirsiniz" yazan.
Türkiye'yi anlatıyor hani yolculara,
Dünyanın dörtbir yanında uçarken,
Onbinlerce yolcuya "biz buyuz","ülkemiz de bu" diyor.
Ticari bir amaçla çıkmayan bir dergi.
Yani ne yazalım da satalım, para yapalım kaygısı yok.
Skylife’da ne verirsen o gidiyor.
Peki o derginin "KASIM" sayısında ne var?
Birbirinden ilginc gezi yazıları,
Yazarlar,reklamlar, yemek tarifleri,biyografiler vs.vs.
Unutmadan,elbette unutmamak lazım;
Bir konu daha var bu sayıda
Malum 10 KASIM.

208 sayfada
Binlerce cümlede
Onbinlerce kelimede
10 KASIM unutulmamış.
"Bir Dünya Liderini Anıyoruz" başlığıyla...
4 cümlede, 42 kelimede.
“- De - da” ekleri dahil.
Saygıyla ve şükranla anılmış.
Mustafa Kemal Atatürk
208 sayfada 4 cümleyle 42 kelimede...

Hadi yazmadınız anlatmadınız,
Yeriniz yoktu,
Hatta sadece birgünlük anma,sadece 10 Kasım;
“Ne gerek var koca dergide 5 – 10 sayfa ayırmaya” dediniz.
Hiç değilse Atatürk ve Havacılık diyerek bir iki fotoğrafla ansaydınız.
Eliniz mi gitmedi,bir yerlerde gizli kalan duygular mı karşı çıktı?
Oysa “vicdanınızı” sızlaması gerekmez miydi ?
Sizin vicdanınız sızlamadı ama O’nun kemikleri sızladı bir kez daha.

((( Küçücük bir not bu sayiya ait:
Caroline Wozniacki için 3,
Yazar-gazeteci Kanize Murad icin 5 sayfa aayrılmış,
Cümle ve kelime sayısını sayamadım çünkü yolculuk bitti.)))

7 Kasım 2011 Pazartesi



HELİN...
5 Yaşında bir kız çocuğu...
Bu ülkenin en gerçek yanıydı HELİN’in isteği.
Acıttı yürekleri.
Daha çocuktu, 5 yaşında.
Gözleri öyle derin bakıyordu ki, çaresizliğin ne olduğunu çok erken öğrendi HELİN.
Depremle öğrenmedi üstelik.
Babasının neden sık sık onları bırakıp gittiğini anlayabilmişti bu küçük yaşında.
Bir İstanbul’a bir izmir’e.
5 yaşında işsizliğin ne demek olduğunu öğrenmişti Helin.
Belli ki minik yüreğini çok acıtmıştı babasının her gidişi.
Artık gidemeyecek bir İstanbul’a bir İzmir’e.
Kirada oturdukları ev hasarlı.
Prefabrik bir evde yaşama tutunuyorlar şimdi.
Devlet geldi Helin’in yanıbaşına.
Gözlerinin içine baktı.
Bayramdı üstelik.
Başka yerlerde çocukların en mutlu olduğu günlerdi.
Helin ne isteyebilirdi ki... 5 yaşındaydı.
Oyuncak, harçlık ya da bir iki güzel söz.
Öyle olmadı ama.Helin en derin yarayı açtı kısık sesiyle.
Onca büyük adam onca kamera vardı karşısında.
Kimseden saklamadı.
Kimseden utanmadı, korkmadı.
Ayakları üşüyordu,
Üşüyordu üşüyordu...
Oysa “geldik sarıldık ısıttık seni” diyeceklerdi .
Öyle olmadı,Helin “ayaklarım üşüyor” dedi çorap istedi.
Sadece çorap.
Talimat verildi hemen ÇORAP için.
Bir çift çorap ve talimat.
Devletti adı onun; çorap talimatıyla ısındı Helin’in ayakları.
Üşümüyordu artık.
Talimatlı çoraplar sıcacık tuttu.
Kimse görmedi Helin’in gözlerindekini.
Çocuk yaşta öğrendiği işssizliği, çaresizliği farkedemedi.
Babası için “iş” istedi 5 yaşında BÜYÜYEN HELİN.
Çaresizliği öğrettti bu ülke ona.
Ayakları sıcak üşümüyor artık,
Ya küçücük yüreği?

22 Eylül 2011 Perşembe

ONLAR !!!

ONLAR...
Kaç zamandır ürkek atıyor adımlarını önümde yürüyenler.
Sık sık arkasına bakıyor hemen karşı kaldırımdaki kız.
Hergün tezgahını açtığı yerde korku duyarak “günaydın” diyor simitçi.
Gazeteyi koltuğunun altından çıkarıp okumak bile istemiyor otobüse yetişme telaşındakiler.
Okula giden servise binmeye,
Okuldaki tenefüse çıkmaya korkuyor.
Kalabalıklardan kaçıyor masum yüzler tıpkı “onların” istedikleri gibi.
Kimse kimseye dost bakmıyor artık bu şehirde.
Korku var şehrin semalarında.
Ağır koku,keskin burnun direğini yakan,ciğerlerini zorlayan türden.
Hiç tanışık olmadığı gürültüyle tanışıyor bu şehir, kulakları sağır eden cinsten.
Yer sallanıyor.Deprem gibi değil bu sallantı.
Korku yürüyor damarlarından yüreğine.
Ne olduğunu sormaktan bile çekiniyor herbiri.
Bir duman kara,kirli ama yoğun.
Şehrin üzerine korkuyla birlikte hakim oluyor o kara duman.
Çoğu anlam veremiyor bu korku havasına.
Patlayanın ne olduğunu bilmiyor daha.
Tüp,lpg,yakıt.. öteki beriki.
Tam da “onların”istediğini yaşıyor bu şehir.
Karmaşa,korku,ölüm,kan,gözyaşı...
Artık hedef her bir hayat.
Hedef artık mutlu sakin hayatlar.
Parkta el ele dolaşma istiyor “onlar”
Dolmuş durağında sevgilini uğurlama istiyor “onlar”
Sinemaya,alışverişe gitme istiyor “onlar”
Bir köşede şehrini havasını içine çekme istiyor “onlar”
Kardeşce yaşama, düşman ol istiyor “onlar”
Ölümlere tanık ol istiyor “onlar”
Çığlıkların kulaklarında yankılanmasını istiyor “onlar”
Yüzleri yok,isimleri yok,düşünceleri yok, sevgileri yok...
Yok “onlar” yoklar...
Korkmayın.

1 Eylül 2011 Perşembe








İKİ BEBEK, KÜBRA VE MİNHAJ
İki bebek. İkisi de sembol oldu.
Biri 2 buçuk aylıktı.Adı KÜBRA’ydı. Çok uzakta değil, Samsun’da doğdu.Kimse duymadı onun çığlığını,çok ağladı aslında.Annesinin kucağında gözyaşını ne gören oldu ne de açlığını bilen.Açlıktan ağladı KÜBRA. AÇLIKTAN öldüğünde 75 günlüktü. Annesinin memesinden süt gelmedi.Beslenemedi Kübra.Çünkü onunu beslenebilmesi için önce annesinin “AÇ” olmaması gerekiyordu.
İşsizdi babası. “Kuru ekmekle insanın göğsüne süt gelir mi? Ben kendim yiyecek bulamıyordum ki, sütüm olsun.Kuru ekmek ve çayla beslendiğimiz için sütüm olmuyordu” diyebildi annesi.Utandı analığından.Ama en çokta “AÇ” kalışından. Tarih 17 ocak 2011’di.
Yapılan otopsi sonucunda,Kübra’nın midesinin boş olduğu tespit edildi.Hastane ve otopsi raporu basından gizlendi.Hatta çok bilinen bir yöntem girdi devreye; Kübra’nın ölümünün kayıtlara 'Beslenme yetersizliği' “sehven” geçmiş dendi.Yetmedi. “Açlıktan öldü” kaydını tutan 2 polis memurunun yeri değiştirildi.
Samsun Valiliği yaptı açıklmayı.”AÇLIĞA” çözümü bulmuştu Kübra’nın büyükleri. "Aileye kömür yardımında bulunmuştuk, bebek açlıktan ölemez" denildi.AMA midesi boş öldü Kübra; 2 buçuk aylıktı.
Ve diğeri.Kara Afrikanın “AÇ” bebeği Minhaj.
Kıtlığın Simgesiydi 7 aylık Minhaj Bebek.
O da çok ağladı.Kübra kadar ağladı.
Annesi de Kübra’nın annesi gibi emziremedi onu.Minhaj’ın duyuldu çığlığı.Kömür göndermedi Minhaj’ı duyanlar.Yaşaması için binlerce kilometre öteden el uzattılar minicik bebeğe.tonlarca yardım gitti Minhaj ve arkadaşlarına.Gitmeliydi de zaten.Bir bebeğin ölümü insanlığın ayıbı değil miydi ? O ayıpla yaşamazdı büyükleri.Binlercesi ortak olmamak için o ayıba Minhaj’ın sesini duydu,elini tuttu.
Kameralar çağrıldı,önemli konuşmalar nutuklar...Açlıktı adı,aç kalanda el kadar bebekti üstelik. Yapılması gereken yapıldı, yapılmaması gereken şekliyle ama. Minhaj’ın açlığını sona erdirecek yardımlar “Törenlerle” yola çıktı.
Kutlamalar yapıldı Minhaj yaşama tutunduğu için.Fotoğraflar çektirdiler,dans bile ettiler. Hatta bitme noktasına geldi Somali’de açlık.Tarih Ağustos 2011’di.
İki bebek.ikisi de sembol. İkisi de 2011 yılında yaşadı AÇLIĞI.
Biri Türkiye’nin Başkentine sadece 400 km. uzaktaydı.Ne Kübra’nın açlığını duyan oldu, ne annesinin isyanını. Zenginlikler ülkesinde 2 buçuk aylıkken “AÇLIKTAN” öldü.
Diğeri Türkiye’ye 4400 km uzaktaydı. Bir fotoğrafı yetti.Minhaj’ın açlığının “şimdilik” bitirdi büyükleri.Onun karnı doydu.Büyüyecek Minhaj, yaşayacak,gülecek çocukluğunu yaşabildiği kadar yaşayacak.
Kübra mı ? o cennetten bakıyor her birimize şimdi.
Somali,Samsun...
Kübra,Minhaj. Bebek.
AÇLIK YARDIM ÖLÜM YAŞAM.

24 Temmuz 2011 Pazar

AYNI BAŞLIKLI HABERLER

HAİN PUSU...
KALLEŞ SALDIRI...
OCAKLARA ATEŞ DÜŞTÜ...
KAHPE MAYIN...
KINALI KUZULAR...
Yine aynı manşetler yinre aynı başlıklar. Yazılı olmayan kuralları var onların haberlerinin.
Dizgisi belli, dili aynı,kelimeleri bile hazırdır. Hani derinde bekleyen acılardan,alışık olunan bir durumu anlatmak halidir.Sözcükler ağırdır aslında,kelimeler kanatacak türden ama kağıt üzerinde kalır hepsi.
Önce hain pusu.sonra  adres, sıralı rütbeyle sayıları.Terör yine can almıştır,kahpedir.Geniş çaplı oparesyonlar çoktan başlamıştır.Kobralar havadan destek verir özel eğitimli birliklere.Skorskylerle bordo bereliler bölgeye indirilmiştir.Sıcak takip sürüyordur.
Haber ulaşır ulaşmaz yürekler yanar sayısınca. Baba ocağına kor düşmüş, ana yürekleri dağlanmıştır. Hele bir de hikayeleri varsa; “daha dün aramıştı sevdiğini” diye başlayan,arkasında el kadar bebeğini bırakmıştır.Helallik istemiştir telefonda.
İlk merak edilen nereliydiler olur hep.Önce memleketleri belli olur.İsimleri hep gizlidir ilk saatlerde.Asker acı haberi verene kadar kimse bilmez kimliklerini.
Varlıklarından haberimiz olmadığı onca gençle ölümleriyle  tanışırız.
En zorudur aslında, toprağa vermek evladını. Ama aşina haberdir artık Türkiye’de o merasimler.
Çeken de yazan da sıralamasıyla bilir olacakları.
Yakalarındaki “annesi, babası ,kardeşi,eşi çocuğu” yazılı kartlardan bilir kimin kim olduğunu.
Sanki onca acının içinde herbiri daha kolaylıkla bulunsunlar istenmiştir.
Kimse ağlamamıştır dimdik ayakta durmuştur,sevindirmemiştir teröristi,eli kanlıyı.
Ve son cümlesidir onların; asker selamlıyla uğurladı kardeşini, nişanlısını,babasını...
Yazılılanlar anlatılanlar biter.
Gün sona erdiğinden geride kalır herbiri çünkü “haber bitmiştir” artık.
13 şehit...Daha  10 gün öncesiydi.Unutulmuştu çoktan isimleri.
GÖKHAN,FAHRETTİN,MUSTAFA,MEHMET EMRAH,NECMETTİN,BARIŞ, NOYAN, UFUK AYKUT VEFA ETHEM GÖKHAN.
Tıpkı daha öncekiler gibi.
Şimdi bir Pazar sabahı ve yine aynı cümlelerle başlayan haberler.İsimler,Rütbeler,şehirler.
Aynı başlıklar manşetler.Kanlı pusudur bu kez en çok tercih edilen.
Ardından çok geçmeden gelen "Vatan Sağolsunlar."
Peki neden aynı yazgı?
Neden aynı kader?
Neden aynı ölümler?
Neden aynı herşey.

17 Temmuz 2011 Pazar

ONLARI DA UNUTACAKLAR

Yıllardır hemen hemen tüm siyasi partilerin grup salonlarındaki havayı, mitinglerdeki kalabalıktan adım atılamayan meydanları takip etme imkanım oldu. Ampullü bayraklarla donatılmış,hiçbir masraftan kaçınılmamış, hatta gül sularının Diyabakır İstasyon Meydanı’na boca edildiği ve o kokuyla yaz sıcağında bunalan Akpli’lerin Başbakanı büyülenmiş gibi dinlediği anları not ettim.
Öyle bir büyülenmeydi ki o anlar;
Erdoğan’ın “Diyarbakır Cezaevini kapatacağız yerine daha lüksünü daha modernini açacağız” dediği anda bile alkış tufanının nasıl koptuğunu hayretle yazdım bir kenara.
Binlerce insanın oraya acaba ne diyecek ? sorunlarımız,yoksulluğumuz,işsizliğimiz,açlığımız,geleceğimiz,çocuklarımız...?
Kürt- Türk kavgasını bitirmek için neler yapacak sorusunu sormaktan öte, sadece “varız” diyebilmek için geldiğini hatta yevmiye ile getirildiklerine tanık oldum.
Sadece iktidarın değil muhalefetin de peşine düştüm.Kendi çevresini saran bir sarmalın ötesinde ne olup bittiğini göremeyen “mutlu azınlıklara” fotoğrafın hiçte kendi gördükleri gibi olmadığını anlatmaya çalıştım.
CHP otobüsünün içinde Kılıçdaroğlu’nun limonlu ıhlamurla sesini koruma çabasına,yüzündeki seçim heyecanına tanıklık ettim.Tekbaşına kaldığı onca anda, mücadelesine neden diğerlerinin el vermediklerini anlamaya çalıştım.Herkesin bir başka iktidar hesabı olduğunu yazarken altını kalın kalın çizdim.Çalışkanlığın,üretmenin, halka gitmenin  koltukları kapanlar için artık değeri kalmadığını CHP’nin VİP otobüsten inmeye üşenen Genel Başkan Yardımcıları ile gördüm.
Uzun yollar katetmedim aslında bu meslek için.Kısa sayılan binlerce kilometre sadece.Nefes alan her ilçede soluklandım,sessizliğin içinde kaybolmuş her köyde bir ses bulmaya çalıştım.
Güneydoğu’nun, bir kenarda unutulmuş sadece haritadaki isimleriyle varlığından haberdar olunan  köylerine kadar gitme şansı da buldum.Türkiye’de Türkçe konuşamayan ama sımsıcak bakışlarıyla misafirperverliğin dilini bilenlere konuk oldum.Kürt Toplumunun Dili ile Dini arasında şıkışıp kaldığına isimleri zoraki  değiştirilmiş “Cumhuriyet,Atatürk” meydanlarında karar kıldım.
Silopi’nin, başında GRAND yazan Habur’a sadece 10 km mesafedeki otelinde “bu ülkede KÜRT realitesi gözardı edilemez, yoksulluk Kürt Halkı’nın kaderi değildir” diye bağırırken elindeki CHIVAS REGAL kadehini düşürmeyen,rakıya burun kıvaran milletvekilleri ile kadeh tokuşturdum.
Ve o otelin arka bahçesindeki masada şen kahkahalar atarak ertesi gün TBMM’nin kırmızı plakalı aracıyla Sınır Kapısına gidenlerin, Savcının hakimin SKORSKY helikopterle getirildiği anlarda! ne büyük bir başarı kazandıklarına olan inançlarını,Kandil Yolcularını alan otobüsün ön koltuğundaki Milletvekillerinin sevinç gözyaşlarını kaydettim.”Hiçbir şey eskisi olmayacak” dedikleri anlarda haklı olduklarını kendi kendime söyledim,çünkü bu ülkenin gerçekleri o sözlerin anlamını duymamaktı.
Türkiye’nin dört bir yanında turluyor,sorup sorgularken çoğunluk dostluklar kuruyoruz,bir o kadar da düşman kazanıyoruz.Kısacası halkın ne dediğini not ediyoruz. Kimi yükseltip kimi yerdiğini bizden daha iyi bilen çıkmaz herhalde.
Demem o ki herşey hepsi unutuluyor.İnsanoğlu unutmaya programlı ama ya evlat acısı,sadece analarının körpesi miydi bunca yiğit? Bu milletin, bu toprağın senin benim kardeşimiz değiller miydi?Ben kendi adıma kardeş bildim bayrağa sarılan her bir aslanı.Onların düştükleri hain pusuları anlattım unutulacağını bile bile.İçimdeki acıyı,kanayan bir yerlerimi gizleyerek seçtim sözcükleri.Tıpkı bugünlerde diğer arkadaşlarımın yaptığı gibi.
Çünkü bu bir iş değil o acıyı anlatanlar için...Adını bilmediği tanımadığı bir kardeşinin yitip gitmesine tanık olmak,kendini suçlamak birazda...
O yüzden acıtıyor herbirimizin gördüğü,tanık olduğu hep aynı kalan gerçekler.Yıllar geçiyor acılar hep tazeleniyor hep aynı kalıyor.Daha birkaç yıl öncesinde “DAĞLICA,AKTÜTÜN,TEKELİ...”ve diğerleri nasıl artık bu son.hiç birşey eskisi olmayacak analar ağlamayacak denilerek unutulduysa,unutturulduysa “SİLVAN”da unutulacak.
UNUTMAYAN BİR ANALARI,BABALARI, EŞİ ÇOCUKLARI, “MİNİK DAMLA” OLACAK...
BİR DE KİM Mİ DERSİNİZ UNUTAMAYACAK? O HAİN SALDIRININ İZLERİNİ YÜREĞİNE KAZIYARAK ANLATANLAR,KELİMELERİN ANLAMINI YİTİRDİĞİ ANLARDA BOĞAZI DÜĞÜMLENENLER.
YANİ GERÇEĞİ GÖRÜP 13 FİDANININ UNUTULACAĞINI BİLEREK ANLATANLAR...

3 Temmuz 2011 Pazar

MHP'NİN KURT HOCASI

Üç büyüklerden MHP sezon sonunda iddialıydı.
12 Haziran maçlarına şampiyonluk parolasıyla başladı,ama otoriteler kümede kalma mücadelesi verir görüşünde birleşti.Yılların Kurt Hocası sıkıntılı dönemler geçirdiklerini taraftarın bir çoğunun benzer futbol oynatan hatta bedava kombine koli veren "AKSPOR'a" ilgi duymaya başladığını söyledi.
MHP yönetimi taraftarına “Hilal Kombine kart al, püskevit bedava” dedi.Teknik direktörlerinin her fırsatta yaptığı "komşularınızdan 5 kişi, evden 4, asker arkadaşlarınızdan 6,ilkokuldan 5 kişi ikna et.Topla hepsini 20,çarp 2 ile demek ki puanımız 40.Ligi şampiyon bile bitiririz" hesapları hem taraftarın hem de futbol dünyasının kafasını karıştırdı.
Tribünler doldu ama gün geçtikçe önceki sezonlarda ofsayta düşen oyuncuları ortaya çıktı.
Günlerce "oynatalım Uğurcuğum"diyenler görüntüleri arka arkaya yayınladı. Tekink direktör 9 as oyuncusuyla yolları ayırdı.
Üç Hilal'in teknik direktöre "kırmızı beyaz''formasıyla taraftarın karşısına çıktı.Yeni sezonda gol yollarında sıkıntı çekmemek için tıpkı AKP gibi GOLCÜ SANCAKTAR'ı transfer etti. Milletten lisans alamadı golcüsüne.
Kulüp içi disiplini sağlamak içinse GENERAL ENGİN’i kadrosuna kattı.Engin MHP taraftarının gözdesiydi çünkü KENYA’da uzatmalardaki golü ile TÜRKİYE’yi sevince boğmuştu.Fakat o başarılar geçmişte kaldı, ORDUSPOR’daki başarılı kariyerini yedek külübesinde ”oturarak”  bitirdi. Son transferini SİLİVRİGÜCÜ’ne yaptı.
MHP orta sahayı teslim edeceği Engin’in lisansını aldığını borsaya bildirdi ama Tahkim Kurulu “süresiz hak mahrumiyeti cezası var stada giremez” dedi. Alan’ın eksikliğine rağmen sezonu tamamlamaya karar verdi MHP Teknik Direktörü.
Bir önceki sezona göre kardosundan 20 eksikle mücadele edecek olması önündeki en büyük sorun Bahçeli Hoca'nın.Kurt Hoca tecrübeli isimlerin yerine yenilerini monte edebilecek mi ?
Uzun lig maratonunda MHP’de tek hedef ligi iyi bir yerde tamamlamak.
Şampiyonluk bir hayli uzak.Öncelikli hedef gelecek sezonda da kümede kalmak. 
Bu arada Bahçeli Hoca’nın defansın ortasına düşündüğü BARUT İHSAN’ın sağlık kontrollerinde MR’ı temiz çıkmayınca “linsansı iptal edilsin" isteğine federasyon; imzayı attı, oynayabilir kararı aldı. Geceyarısı stada tek başına gelip,ısınma turları atan Barut İhsan şimdi kendisine yeni bir kulüp arıyor.
Takım içi huzursuzluk kendini yavaş yavaş gösterecek gibi.Üstelik "Bozkurtlar" takımın durumundan memmun değil.MHP'de Önümüzdeki sezonlar için yeni bir teknik direktör arayışı da her an başlayabilir.

KILIÇDAROĞLU VE TOTAL FUTBOL

Madem futboldan örnek verdik öyle de devam edilim.
Futbol ve siyaset benzerliğine biraz daha dikkat çekelim.
CHP yıllardır süren futbol anlayışını bir ofsayt görüntüsüyle yenilemek zorunda kaldı. Genç takımdan gelip, A takımda 40 yıl forma giyen ama bir türlü şampiyonluk göremeyen hatta kimi zaman küme düşen kadroda sıkıntılar baş gösterdi. 
Hücumda ağır kalan,savunmada arkaya adam kaçıran,kademeye hep geç giren, “yemeyelim de atmayalım da” diyen defans ağırlıklı anlayışını değiştirme kararı aldı.
Devre arasında Teknik direktörü değişti. Yeni hoca önce “Total futbol” anlayışıyla tam saha pres yapacağını söyledi. Gençleşmeye karar verdi. Ama altyapıyı bir kenara bırakarak dış transferlere ağırlık verdi.Sağ açığa ardı ardına transferler yaptı.Takımın moitvasyonunu, inancını yükseltmek için Cemaatspor ve Tarikatspor’dan isimlere iki günde imza attırdı.Hoca Efendi'nin altyapıdan yetiştirdiği " Çakmak Muhammet" büyük umutlarla takıma getirildiyse de bir türlü istenen katkıyı sağlayamadı.
CHP'de o dış transferler yönetimi zora soktu,taraftarın tepkisini çekti. Hatta başka kulüplere ilgi duymaya başlayanlar oldu.
Ligi birinci olmasak bile ikinci bitiririz diyen CHP, puan farkını ne 5’e ne de 10’a düşürebildi.Şerefli ikinciliklere bir yenisini daha ekledi. Taktik yanlıştı, transfer hatalıydı, YENİ sistem takıma uymadı diyenler ALTI OK’lu formanın değişmemesi gerektiğinde ısrar etti. 24. sezona girerken yeni hoca arayışları başladı.Yönetimin idari yönden ibra edilmemesi için imza çalımları,kısa paslaşmalar arttı.Genel kurul istekleri ayrı düşen iki taraftar derneğini bile biraraya getirdi.
İşte bu atmosferde CHP sezon hazırlıklarına Silivri’de başladı.Büyük beklentilerle kadroya dahi edilen iki oyuncuyu kulüp binasına bir türlü getiremedi.Çünkü transfer edilen hatta bonservisi  yılların topçusu, duayen golcü “Baba Sülo”dan bedava alınan “Neşter Mehmet” ve "Silivrigücü'nde" çıktığı maçlarda sarı kartlarıyla ünlü “Yazar Mustafa”resmi sözleşmeye imza atamadı. CHP Bosman Kuralına işaret etti;  “Bağımsızspor'dan Sebahat’ı” örnek gösterdi ama federasyon milletin verdiği lisansları tescil etmedi.
CHP sezon öncesi 133 oyuncuyla antremanlara çıktı.İki eksiğinin takımı etkileceği kesin.Tahkim Kuruluna itirazı da reddedilince kadro sıkıntım var diyerek ilk maça çıktı ama zeminden şikayetçiydi.Ligi boykot etme kararı aldı.Taraftar ne oluyor derken,sezon açılışı bir türlü gerçekleşmedi.
ALTI OK "önümüzdeki maçlara bakacağız" diyerek, Söğütözü tesislerinde maç saatine kadar basına kapalı antremanlarına devam ediyor. Genel Kurul istekleri ise mevcut yönetimin bir süre daha baş ağrısı olacak.

1 Temmuz 2011 Cuma

BAŞBAKANIN FUTBOL ANLAYIŞI

Başbakan Erdoğan bir anlamda yeni dönemin ilk gövde gösterisini yaptı.İster gelin ister gelmeyin diyerek özetledi herşeyi.
En dikkat en çekici vurgusu “sayımız herşeye muktedir” oldu. Ki o vurgunun altında yatan “uzlaşı arayanlara o dediğiniz bizde yok” anlamı taşıyordu. Hele hele komisyonlar çalışmaz, meclis kilitlenir diyenlere gösterdiği anayasa mahkemesi kararı da tuzu biberi oldu.
Erdoğan’ın vermek istediği mesaj daha basit olamazdı aslında. Çoğunluk benim; ben ne dersem o olur. Mahallenin toraman,arkası kalabalık, harçlığı çok çocuğunun haliydi başbakanınki.Yani muhalefete de, bağımsızlara da,lafın arasında Çankaya’ya da rest çekti. Köşk’e azınlığın çoğunluğa tahakkümü mü olacak diyerek “hakemlik  yapma” dedi.
Top benim,kale benim,sahayı Tokim yaptı,taraftarın yüzde 50’si arkamda,327 lisanslı 4 yıl sözleşmeli topçular bende,zaten 3 sezondur oynadığımız her maçta vurduğum hep gol,sıkıntı olursa diye GOL KRALI bile transfer ettim, ee neden sizinle oyanayım ki.Kulüpler Birliği Başkanını da ben seçerim, Milli Takım Hocası'na da ben karar veririm dedi.Sadece bu sezon değil, son iki sezonda öyle yaptı.Erdoğan sonunda bu ligin isim hakkı bile bende diyerek rakiplerini alt kümeye itti.
Tıpkı yukarıdaki gibi; Başbakan bir kez daha elindeki büyük gücün farkında.O farkındalıkla muhalefete kırmızı kart gösterdi .Çünkü bu oyunda hakem de benim dedi.Final maçının sonrasında yaptığı ilk açıklamada fair play vurgusu yapsa da, yeni  sezonun ilk iç saha maçında Chp’yi taraftara şikayet etti.Oyunu kuralına göre oynamıyor,maç başladıktan sonra kural değiştirmeye çalışıyor dedi.
Final maçının ardından; yeni sezona başlarken Tahkim Kurulu’nun aldığı kararların tartışılması doğru olmaz dedi. Federasyonun CHP’ye kadronuzda oynaması sakıncalı, sağlık raporu da sicil kaydı da bozuk oyuncuları var diyerek, verilen saha kapatma cezasının az bile olduğunu iddia etti. O iki oyuncunun tribünlerdeyken sahaya yabancı maddeler attığını,AKSPOR hakkında kötü tezahüratlar yaptıklarını söyledi. Basında yeralan görüntüleri, ses kayıtlarını delil gösterdi.
Başbakan antremanlara başladı.Şimdi kondüsyon yüklüyor,ardından sahaya çıkacak önce tam saha prese dayalı  oyununu sahaya yansıtacak.
Yine şampiyonluğun büyük adayı.

26 Haziran 2011 Pazar

BİR PAZAR KEYİFLE DOSTLUK ÜZERİNE...

Terentius, "Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir zevki tatmamaya karar verdim" demiş, yitirdiği bir dostunun ardından.

Nasıl bir insandan bahseder Terentius?

Karşısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri midir yitirilen? Sabahın 3'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır? Terentius'un acısını bu şekilde dillendiren?

Nedenlerini merak etse de, göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?

Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen insanlara mı dostum deriz?

Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese "Kulaklarına inanamayacaksın!" diye bağırdığımızda, "Sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?

Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildigimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?

Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?

Ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?

Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi saşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?

Aristo haklı mıdır; "Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır" derken ve Terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yasını mı tutmaktadır?

Paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?

Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir?

Ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?

Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?

Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?

Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?

İş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için...

24 Haziran 2011 Cuma

ADINI BİLMİYORUM AMA SEN ÇOCUKSUN...

Adını bilmiyorum ama sen çocuksun.
Masumiyetin , güzelliğin, saflığın ve mutluluğun adısın. Gözlerindeki ışıltıdan belli daha yaşın 6 – 7. Anlayabiliyorum şu halinden, sırtındaki yük ağır gelmemiş sana. Çünkü daha bir oyunu yaşıyorsun. Çünkü  yeni tanıştın sen yaşam denen oyunbozanla.
Senin sırtına verilen o yük mutluluk değil be çocuk, aslında senin yarınlarını sömüren amcalarının ayıbı. Senin masumiyetini katleden, saflığını yokeden ve mutluluğunu çalanların günahı.
Mavi önlüğünle beyaz yakanla sen gelecekten alacağı olansın.Ama sen öyle bir ülkede yaşıyorsun ki; daha sen doğmadan başlıyor borçların. 
Oyun oynamaktan mı kirlendi pantalonun yoksa kirli elleriyle sana iyilik yapanların kiri mi bunlar? Kim çalıyor senin geleceğini kim suçlu?
Hala gülüyorsun be  çocuk. Sen güldükçe onlarda gülüyor. Oysa senden çaldıkları gelecekle besleniyor herbiri.  Oysa sen oyunlar oynamalısın bu saatte, okulda kalemle kitapla dostluk kurmalısın. Sırtında yükün olmamalı. O yükü sen taşımamalısın.
Ayağındaki kara lastiklerle büyüdü milyonlarcamız. Bilmelisin ki güzel çocuk hep aynı yolda yürümen için, hep sırtında o yükü taşıman için uzanıyor sana o kirli eller. O  kara lastikleri hiç çıkarmaman için sırtındaki  o yük. 
Boyundan büyük bir yük taşıyorsun kendinden ağır. Belki kalabalığın içinden zorlukla çıktın, evdeki yoksulluğun ne demek olduğunu bilerek sırtladın. Çocuksun ama bu ülkede doğdun. O yüzden bilirsin yoksulluğu, açlığı. O yüzden sırtına vurulan yük hafif gelir daha çocuk yaşında.
Birileri seni ezmek istiyor çocuk, seni daha yolun başında mahkum etmek niyeti. Yoksulluğunla kalmanı,  muhtaç yaşamını bekliyor. Ama adını bilmediğim çocuk; sırtladığın onca ağırlığın altında sakın ezilme, çünkü sen yarınsın geleceksin. Kara lastiği çıkaracak kendi yazgını belirleyeceksin.
Kirli elleriyle senin umudunu yokeden her yaşında daha da çok sömürenlere mavi önlüğünle beyaz yakanla yanıt vereceksin. Büyüceksin; büyüdükce öğreneceksin.Seni çocukluğundan alıkoyanlara, yoksulluğunu sömürenlere dersini o gün vereceksin. 

10 Mayıs 2011 Salı

SORULAR SORUYORUM KENDİME

Bir kelime arıyorum tüm içimdeki bu zehir akışını durduracak bir damla ışık olacak... ne kadar zor bir hal içindeyim tanrım. Ve ne çok zaman olmuş sana sığınmayalı..çaresizlik mi bunun adı yoksa bilmezlik mi..yanıtlarım yok sorularım çok. Sorularım az yanıtlarım kayıp... kimliğim, sesim ve kendim gibi tıpkı...kaybolmak ve tükenmek. Binlerin içinde, her gözün gördüğü bir noktada dururken kaybolmak....tükenmek hergün varolurken çoğalırken ağır ağır hissetmeden farkına varmadan tükenmek.

Elim ayağım yok oluyor. Dilim çürümüş sanki... beynim mi ? o çok zamandır bana ait değil ki. Kafamın içinde ama benden bağımsız. Her bir hücreme emir komut veriyor ama ben ne dediğini neye hizmet ettiğini bilmiyorum. Bir bilinmezlik ki sonu yok bu halimin. Bilmiyorum duymuyorum görmüyorum... neyim ben neye dönüşüyorum tanrım... her bir ayrıntı her bir toz parçası binlerce kiloluk bir ağırlık bana.

Eziliyorum... ezildikce küçülüyorum... bu silüet bana mı ait peki n’oluyor bana... kim
olduğumu sorgular oldum... kimim ben. Kimden  yana bu beden bu ruh. Kim kime ihanet içinde. Bedenim mi ruhum mu isyankar ? yoksa onların dışında duran ben mi işgalciyim...neler oluyor bu küçük bu koca dünya içinde. Kelimesiz kalmaktan korkan bir yazar gibiyim.

Renkleri birbirinden ayıramayan bir ressam hali var bende. Hatta notalardan bihaber ezgileri duyamayan müzisyenim bu günlerde... belki müthiş bir konçerto çınlıyor yanıbaşımda, cennet köşesinin ispatı bir tablo çiziliyor hemen avuç içimde ama ben duyamıyorum sağırım, renk körüyüm göremiyorum... neyim ben ? kimim?.

CHPLİLERİN MEKTUBU

CHP listeleri belli oldu kızılca kıyamet koptu. Örgütten gelenler partiye alınteri dökenler hem şaşkınlıkla hem de içine akıttıkları gözyaşlarıyla karşıladılar. Elime geçen bir mektubu sizinle paylaşmak istiyorum

Mektubun altında 5 imza vardı ama ben de gizli kalmasını istiyorum. O beş imza sahibi ayrı ayrı kaleme almış mektubu. Tepkilerini sıralamışlar. Adaylık beklentimiz yoktu diyerek örgüt emekçisi olduklarını yazmışlar. Yıllardır direklere tırmanarak bayrak asan, kova içindeki tutkallı sıvıyla sokakları afişleyelenlerden olduklarını söylemişler. Ev ev dolaşıp partiyi anlatan, çamurda yağmurda hatta karda kışta.

Çocuğunun doğduğu gün bile partisi için broşür dağıtan CHP sevdalıları olduklarını yazmışlar. Bana da o mektubu sizinle paylaşmak düşer. Mektubu özetlerle size aktarmak istedim. Eee ne de olsa elçiye zeval olmazmış.

Sevgili Kerimoğlu;

ADAYLARIN NEYE KİME HİZMET ETTİKLERİNİN AÇIK BİR ŞEKİLDE ORTADA DURDUĞU BELLİ.

YILLARIN SAĞCILARI.

YILLARIN ETNİK MİLLİYETCİLERİ.

KÜRTÇÜLÜĞÜN AVUKATLIĞINI YAPANLAR.

AĞIZLARINDAN CHP’YE OLUMLU TEK KELAM ÇIKMAMIŞ LİBOŞLAR.

ÖRGÜTÜN KAPISINI DAHİ AÇMAYI BIRAKIN ; ÇALMAYANLAR.

CHP’YE SALDIRIP NEREDEYSE KÜRFEDENLER.

RAHMETLİ ECEVİT‘İN TEDAVİSİNİ BİLEREK YANLIŞ YAPTIĞI İDDİA EDİLENLER.

SÜLEYMAN DEMİREL’İN KONTENJANINDAN GELENLER .(NASIL BİR İŞSE BU. KOSKOCA CHP’DE SAĞCILARIN BABASI DEMİREL’İN KONTENJANI VAR).

ANKARA’DA TEFECİLİK YAPAN, MERKEZ SAĞI BİRARAYA GETİRMEK İÇİN ATMADIĞI TAKLA KALMAYAN,

RAHMETLİ ECEVİT’E KARNE VERME CÜRRETİ GÖSTERİP; GÖKÇEK’LE ORTAKLIK KURANLAR.

ANAP PAPATYALARI. ANTİKEMALİSTLER. ATATÜRKÇÜLÜK BİTTİ DİYEBİLEN ZİHNİYETLER.

FETTULLAH EFENDİMİZ SAYGIN BİR KİŞİLİKTİR BİATIYLA OKYANUS ÖTESİNE SELAM ÇAKANLAR. CHP DUVARLARINI KIRMALI DİYENLER.

CEMAATLERE DE EL UZATMALIYIZ TARİKATA DA SELAM DURMALIYIZ,

TÜRBAN DA ÇARŞAF DA BİZİM DİYENLER. BİRKEZ BİLE PARTİ ÇALIŞMASINA KATILMAMIŞLAR.

DÜNE KADAR PARTİNİN “HALK” ETKİNLİKLERİNDE BİLE “PROFESYONELLİK” MARTAVALIYLA PARA İSTEYİP, KİMLİĞİ ALEVİ OLDUĞU İÇİN YAZILAN SANATCILAR VS VS...
YANİ NEREDEN TUTSANIZ ELİNİZDE KALACAK BİRÇOK ÖRNEK İSİM.

Uzun lafın kısası, Sevgili Kerimoğlu size kıssadan hisse iki hikaye (adı hikaye ama gerçek) aktarmak istiyoruz.

Aday adayı bir abimizle oturduk listenin açıklanmasına birkaç gün kala. (Yani kimse kimseye kırgın değilken,

kimse liste dışı gerginlik yapmadan önce. Hala heyecanla adaylık beklerken. Çünkü “emekçiyim, örgütten geldim,
kaldırım taşlarına kadar terimi akıttığım yerden adayım” denilen günler)

İlk ağızdan aktaralım size o cümleleri: “ Partime asla ihanet etmedim” der sevgili aday adayı abimiz.

“Eşime ihanet ettim, dostuma ihanet ettim, çocuklarıma bile ihanet ettim” der gözleri dolarak.

Ardından dikkkat çeken bir cümle kurar CHP EMEKÇİSİ aday adayı abimiz:

“ihanet, ihanet ama birtek partime birtek CHP sevdama ihanet etmedim.”

Mektup sahipleri şu soruyu sormaktan geri kalmamışlar;

Peki güzel abim; peki CHP sevdalısı, örgüt emekçisi aday adayı abim sana ne oldu şimdi?

Sağdan geldiler seni sağ oyları için yok saydılar.

Tarikatten cemaatten gelene el pençe durdular seni unuttular.

Liboşları baş tacı ettiler seni kenara ittiler.

AKP mağduru dediler senin mağduruyetini görmediler.

Kemalizm geride kaldı diyenleri buyur ettiler sana başka bahara dediler.

Paraya değer verip insanları yok sayanlara eyvallah edip sana inşallah dediler.

Kürtlerin derdine derman reçete onda dediler doktoru başka adrese gönderdiler sana sırtını döndüler.

İHANET ETMEDİN AMA İHANETLE KARŞILAŞTIN.

Bir kısa hikaye daha size.

CHP’nin kalesi bir ilçede geçen bir seçim hatırası sizlere.

12 Eyül 1980 darbesi ile kapatılan CHP seçimlere giremez ama SHP vardır pusulada.

Adının önemi yok yüreği CHP sevdalısı rahmetli olan amcamız sandık başına gider.

Pusulayı mührü eline alır, paravanın arkasına geçer bir de bakar ki ALTI PARMAK yok (yani altı ok).

Paravan arkasından hışımla çıkar sandık görevlililerine “ULA BİR KALEM VERİN” der.

Kalemi alır tekrar paravan arkasına geçer. Kalemle pusulanın sonuna ALTI OK’u çizer basar mührü.

Oyunu attıktan sonra da döner sandık kuruluna bas bas bağırır;

"ULA ADİLER, ATARÜK’ÜN PARTİSİNİ NASIL UNUTURSUNUZ, ORAYA KOYMAZSINIZ !!!”

EY AĞALAR, EY BEYLER ATARÜK’ÜN PARTİSİNİ UNUTMAYIN,

ATARÜK’ÜN PARTİSİ DİYEREK SOKAĞA ÇIKARKEN YÜZÜNÜZ OLSUN.

ULU ÖNDER’İN ADINI ANARKEN VİCDANINIZ RAHAT OLSUN.

SAYGILARIMIZLA CHP EMEKÇİLERİ.

Dedim ya “ELÇİYE ZEVAL OLMAZMIŞ.”

AKP İKTİDAR İÇİN ÇIKIŞ ARIYOR

Bir gazeteci olarak son zamanlarda yaptığım gezilerde ortaya çıkan bir değerlendirmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Objektif bir bakışla, halkla bire bir yaptığım sohbetlerden ortaya çıkan bir seçim tablosunu aktaracağım. Bu tablodan çıkan sonuç net: “AKP’nin TEKBAŞINA İKTİDAR OLMASI ZOR”

Doğu’dan batıya, kuzeyden güneye il il gezip dolaşıyoruz. Görevimiz gereği en ücra köylerde çay sohbeti de yapıyoruz, megakentlerdeki lüks lokantalarda siyasi analizlere de tanıklık ediyoruz.

Milliyetçi Türk seçmenden, etnik siyasetin en sert kanadındaki kürt seçmene kadar herkesin 2011 Haziran’ı için düşüncelerini topluyoruz.

Tüm Türkiye bir seçim matematiğine kilitlenmiş durumda.

Peki o seçim matematiği nasıl bir manzarayı ortaya koyuyor?

Öncelikle 2007 genel seçimlerini ve partilerin oy oranlarıyla çıkardıkları milletvekili sayılarını hatırlayalım;

Akp % 47 ile 341 millevtekili kazandı, Chp % 21 ile 112,

Mhp % 14 ile 70 ve bağımsızlar 26 sandalyede kaldı

İşte bu tablonun değişeceği kesin. 2011’de tekbaşına güçlü bir iktidarın çıkması zor görünüyor. Önce CHP’yi ele alalım.

CHP en az %26-28 OY ORANINA ULAŞIR VE 165-170 VEKİL ÇIKARABİLİR.

Chp’nin Türkiye genelindeki 85 seçim çevresinde bir önceki oy oranı % 21 ve 112 sandalye.

Artık Altı Ok için bunlar hedef değil. Baraj %30. Ancak CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun tekbaşına verdiği olağanüstü gayretine rağmen yine doğu ve güneydoğu da beklediği seçim başarısına ulaşamayacağı açıkça ortada.

(O kadar ki Diyarbakır’da Sezgin TANRIKULU’nun dahi seçilemeyeceği endişesi ile İstanbul 1.bölgeye veya Mersin’e kaydırılması büyük bir olasılık.CHP Kürt seçmene olan bu güvensizliğini Sezgin Tanrıkulu’nun bölgedeki etkisine rağmen ne yazık ki aşamadığı da bir gerçek.)

CHP 5 seçim bölgesinde 3, 10 seçim bölgesinde 2 ve 30' a yakın seçim çevresinde ise 1’er milletvekili sayısı arttırarak ; toplamda 60-65 milletvekili artışlıyla “170-175” sandalyeye ulaşması mümkün.

İsterseniz bu hesaplamayı bir örnekle destekleyim.

Tekirdağ’dan konuştuğum örgüt içinde bir parti emekçisi aynı zamanda yerel bir gazeteci olan arkadaşım bu seçimlerde CHP’nin Tekirdağ’da 2 milletvekili artacağını kesin bir dille sayısal veriler ışığında söylüyor. Yine İstanbul’un her 3 seçim çevresinde en az 3-4 milletvekili sayısının artacağı da partinin kendi iddiası.

Aynı şekilde İzmir, Ankara, Antalya, Mersin,Adana’da da benzer sonuçların alınacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Gelelim MHP’ye.

MHP %13-15 civarında oy oranına ulaşır ve 75-80 milletvekili çıkarabilir. MHP’nin hedefi net. 2007’yi yakalamak.Yani % 13-15 aralığı.Peki bu mümkün mü?

Habur görüntüleri ve özellikle İMRALI- HÜKÜMET PAZARLIĞI vurguları etkili oldu. Milliyetçi Türk seçmen kendini sorguladı.Üstelik PKK’nın eylemsizlik sürecini bitireceğini açıklaması ve tekrar terör olaylarının Türkiye’nin gündemine taşınması MHP için tabanını yakalaması demek. BDP ‘nin keskin ve uzlaşmadan uzak söylemleri, özerklik talepleri ve Öcalan’a ev hapsi istemi milliyetçi seçmen üzerinde etkili oldu. Yani MHP 1- 2 puan artışla 80’e yakın milletvekili çıkarabilir. Bahçeli’nin en büyük çabası Ülkücü Tabanı birarada tutmaktı, referandum sonrası bunu başaracak adımlar da attı.

Ve İKTİDAR PARTİSİ AKP

AKP %40-42 OY ORANI VE 270 -275 VEKİL ÇIKARABİLİR

12 Haziran’da AKP’nin yine birinci parti olacağı kesin gibi.

Ama iktidarın kaygılı olduğu ortada. % 50 üzerinde bir hedef koyulsa da tedirginlik gittikce belirginleşiyor.

Nedenlerine gelince; Kürt Açılımındaki belirsizlik bölgedeki düşüşte etkili oldu. AKP; Habur Sınır kapısındaki manzara ile ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabildi.Yani Milliyetci Türk seçmeni AKP Habur’da kaybetti, Güneydoğulu Kürt kökenli seçmeni de açılımda.

Referandum sonrasında ortaya çıkan manzara da AKP’yi olumsuz etkiledi.Özelilkle aydınlar ve muhalifler üzerindeki baskı “Yetmez ama EVET”diyen liberal çevreleri Akp’den hızla uzaklaştırdı.

Ayrıca yoksulluk, kendinden olmayana yaşama hakkı tanımayan kadrolaşmalar, sade muhafazakar ve milliyetçi çevreleri Akp tabanına mesafeli hale getirdi.

Akp’nin seçimden yüzde 40 ila 43 arasında bir oranla çıkması durumunda 275- 280 millevtekiliyle meclis’e girmesi olası.

BAĞIMSIZLAR (BDP) 30-35 CİVARINDA MİLLETVEKİLİ ÇIKARABİLİR.

Kilit sandıklar bağımsızların yarıştıkları olacak. BDP’nin birkez daha bağımsız adaylarla gireceği bu seçimler bölge için olduğu kadar AKP için de büyük önem taşıyor.

Bu kez BDP’nin işi sıkı tutacağı kesin. 2011’de bir önceki seçime nazaran daha iyi organize olmuş, bir tek oyun dahi boşa gitmediği bir genel seçimde “30-35” civarında hatta biraz daha fazla milletvekili çıkarmak BDP için gerçekçi bir hedef.

Bölgeye yaptığımız gezilerden, BDP’nin il-ilçe örgütlerinin değerlendirmelerinden ve konuştuğumuz BDP’nin etkili milletvekillerinin sözlerinden 40’a yakın koltuk hedefi olduğunu anlıyoruz. Kaldı ki hem 2009 yerel seçimlerinde hem de 2010 referandumunda BDP tabanına çok güçlü bir şekilde sahip olduğunu açıkça gösterdi. Bu koşullarda daha iyi organize olmuş kadının kadın adaya, gencin genç adaya ve erişkin nüfusun belirlenen tek isme oy atacağı bir bağımsız seçim organizasyonu ile BDP beklediği sayıya ulaşabilir.

(Kaldı ki BDP kalesi Diyarbakır’da hiçbir oyun boşa gitmemesi için 6 ya da 8 aday çıkarmayı düşünüyor )

Şimdi tüm bu rakamları alt alta koyalım.

(170-175 CHP )+(70-80 MHP)+ (33-37 BAĞIMSIZ).

TOPLAMDA mevcut muhalefetin (275- 278) SANDALYE kazanması demek.

AKP’NİN 276 ve altında kalacak tüm vekil sayısında Türkiye’de yepyeni bir siyasi yapı ortaya çıkacak.

Peki AKP tekbaşına iktidar için ihtiyaç duyabileceği 5-10 milletvekilini nereden bulacak?

İşte burada ortaya çıkıyor:

TRUVA ATI FORMÜLÜ !

Akp’nin yukarıdaki olası tabloyu ortadan kaldırmak için geliştirmeyi düşündüğü formüllerden biri; MHP ve CHP içerisinden isimleri saflarına kaydırmak. Çok mu olağandışı göründü size. Hiçte öyle düşünmeyin.Türk siyasi tarihi benzer örneklerle dolu.

Siyaseti özellikle iktidar gücünü ekonomik beklentilerini gerçekleştirme aracı haline getirenlerin ülkesi Türkiye. Ballı kaymaklı ihaleler,katlanarak bir iki yılda oluşan trilyonluk malvarlıkları,hepsi bilinen bir gerçek. En somut örnekse CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANLIĞINA ADAY olmuş bir ismin bakanlık koltuğu için iktidar saflarına geçmesidir. Eğer CHP lideri örgütüne sahip çıkamaz, listelerde yanlışlar yapar, örgüt emekçilerini dışlarsan aynı sorunla karşılaşabilir.

“Tek başına iktidar zor görünüyor; AKP çıkış arıyor”. AKP o çıkışı da CHP ve MHP içine “TRUVA ATLARI” bırakarak bulacak.

(23 Mart 2011)