26 Haziran 2011 Pazar

BİR PAZAR KEYİFLE DOSTLUK ÜZERİNE...

Terentius, "Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir zevki tatmamaya karar verdim" demiş, yitirdiği bir dostunun ardından.

Nasıl bir insandan bahseder Terentius?

Karşısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri midir yitirilen? Sabahın 3'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır? Terentius'un acısını bu şekilde dillendiren?

Nedenlerini merak etse de, göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?

Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen insanlara mı dostum deriz?

Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese "Kulaklarına inanamayacaksın!" diye bağırdığımızda, "Sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?

Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildigimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?

Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?

Ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?

Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi saşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?

Aristo haklı mıdır; "Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır" derken ve Terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yasını mı tutmaktadır?

Paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?

Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir?

Ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?

Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?

Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?

Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?

İş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için...

24 Haziran 2011 Cuma

ADINI BİLMİYORUM AMA SEN ÇOCUKSUN...

Adını bilmiyorum ama sen çocuksun.
Masumiyetin , güzelliğin, saflığın ve mutluluğun adısın. Gözlerindeki ışıltıdan belli daha yaşın 6 – 7. Anlayabiliyorum şu halinden, sırtındaki yük ağır gelmemiş sana. Çünkü daha bir oyunu yaşıyorsun. Çünkü  yeni tanıştın sen yaşam denen oyunbozanla.
Senin sırtına verilen o yük mutluluk değil be çocuk, aslında senin yarınlarını sömüren amcalarının ayıbı. Senin masumiyetini katleden, saflığını yokeden ve mutluluğunu çalanların günahı.
Mavi önlüğünle beyaz yakanla sen gelecekten alacağı olansın.Ama sen öyle bir ülkede yaşıyorsun ki; daha sen doğmadan başlıyor borçların. 
Oyun oynamaktan mı kirlendi pantalonun yoksa kirli elleriyle sana iyilik yapanların kiri mi bunlar? Kim çalıyor senin geleceğini kim suçlu?
Hala gülüyorsun be  çocuk. Sen güldükçe onlarda gülüyor. Oysa senden çaldıkları gelecekle besleniyor herbiri.  Oysa sen oyunlar oynamalısın bu saatte, okulda kalemle kitapla dostluk kurmalısın. Sırtında yükün olmamalı. O yükü sen taşımamalısın.
Ayağındaki kara lastiklerle büyüdü milyonlarcamız. Bilmelisin ki güzel çocuk hep aynı yolda yürümen için, hep sırtında o yükü taşıman için uzanıyor sana o kirli eller. O  kara lastikleri hiç çıkarmaman için sırtındaki  o yük. 
Boyundan büyük bir yük taşıyorsun kendinden ağır. Belki kalabalığın içinden zorlukla çıktın, evdeki yoksulluğun ne demek olduğunu bilerek sırtladın. Çocuksun ama bu ülkede doğdun. O yüzden bilirsin yoksulluğu, açlığı. O yüzden sırtına vurulan yük hafif gelir daha çocuk yaşında.
Birileri seni ezmek istiyor çocuk, seni daha yolun başında mahkum etmek niyeti. Yoksulluğunla kalmanı,  muhtaç yaşamını bekliyor. Ama adını bilmediğim çocuk; sırtladığın onca ağırlığın altında sakın ezilme, çünkü sen yarınsın geleceksin. Kara lastiği çıkaracak kendi yazgını belirleyeceksin.
Kirli elleriyle senin umudunu yokeden her yaşında daha da çok sömürenlere mavi önlüğünle beyaz yakanla yanıt vereceksin. Büyüceksin; büyüdükce öğreneceksin.Seni çocukluğundan alıkoyanlara, yoksulluğunu sömürenlere dersini o gün vereceksin.