29 Kasım 2012 Perşembe

ÇOCUKLAR


bir gülücük yeter sıcak tertemiz herbiririn sevgisini kazanmaya...

ne yalan bilirler ne de ikiyüzülük.

 

tek inandıkları sımsıcak bir tebessüm; içten bir sevgi.

gerisi mi ?

gerisi onların yüreklerinde her zaman mevcut.

 

uzatın elinizi;

hiç görmediğiniz hiç bilmediğiniz o coğrafyaların çocuklarına,

uzatın elinizi açın yüreklerinizi herbirine...

 

çünkü onların küçücük bedenlerinde hepinizin sevgisine
karışılık verecek bir büyüklük var.

 

 (((( kıskanmayın üstelik.))))

21 Eylül 2012 Cuma

ÖLÜM İLANLARI


GAZETE SAYFALARINDAKİ EN ACI YERLERDİR  "ÖLÜM İLANLARI”,

O YÜZDEN SİYAH BEYAZDIR ASLINDA...

KAÇARSINIZ HEP O SAYFALARDAN, HIZLICA GEÇERSİNİZ.

ACIYA ORTAKLIĞI ANLATIR O İLANLAR.

HABER VERMEKTİR EŞE DOSTA. BİR KENARDA SENİN BENİM GİBİ YAŞAYANLARIN ARTIK OLMAYACAĞINI DUYURMAKTIR SEVDİKLERİNE,

VE BELKİ DAVETTİR SON GÖREVE.

SİYAH BEYAZ VE ACI YÜKLÜ CÜMLELERLE ELİM BİR KAZADA YA DA HASTALIKLA KAYBEDİLENLERİN HABERİNİ VERİR SEVENLERİ,

YA DA ÇOĞUNLUKLA HAYAT DÖNGÜSÜNÜN GEREĞİ ECELİYLE ARAMIZDAN AYRILANLARIN NEREDEN HANGİ VAKİT UĞURLANACAĞINI DUYURUR.

VE HER ÖLÜM ERKEN ÖLÜMDÜR; İLANI BİLE OLSA,

İÇİNDE ÖLÜM OLSA DA “İLANDIR” ADI ASLINDA

BİR TOKAT GİBİ ÇARPTI YÜZÜME O SAYFA BU SABAH.

AĞIR AĞIR ÇEVİRDİM O SAYFAYI HER ZAMANKİNİN AKSİNE.

DONUP KALDIM HATTA.

ACILARIMIZ ÖYLE ALIŞILMIŞ OLDU Kİ ,

ANALARIN GÖZYAŞI O KADAR NORMAL KARŞILANIYOR Kİ ARTIK

SİLAHLI KUVVETLER GAZETELERİN ÖLÜM İLANLARININ BULUNDUĞU SAYFALARA " ŞEHİT" İLANLARI VERMEYE BAŞLAMIŞTI..

SÖZÜN BİTTİĞİ YERDİ.

NORMAL KARŞILAMAKTI BUNCA ÖLÜMÜ,

VE DAHA DOĞRUSU  NORMAL HİSSETİRMEKTİ BUNCA FİDANIN YOKOLUŞUNU.

 TIPKI DİĞER ÖLÜMLERLE BİR TUTMAKTIR.

 ECELİYLE , ELİM BİR KAZAYLA YA DA AMANSIZ BİR HASTALIK SONUCU GİBİ GÖSTERMEKTİ GENÇLERİNİ YAŞATAMAMAYI.

ÜÇ AYRI İLAN.TOPLAM 12 FİDAN.

SİYAH BEYAZ. BUZ GİBİ CÜMLELER VE O FOTOĞRAFLAR.

ÖLÜM İLANLARININ ARASINDA “ŞEHİTLER...”

ÜSTELİK HER KOMUTANLIĞIN KENDİ ŞEHİDİ.12 ASLAN 12 EVLAT 12 ARKADAŞ DOST KARDEŞ YAR YAREN.

VE ONLARIN ACILARINI HİSSETMEYENLERİN VERDİĞİ BİR  İLAN.

ZATEN O SAYFALAR YAKIŞMIYOR GAZETELERİN İÇİNE,

BU SABAH DAHA BİR ÇİRKİNDİ ÜSTELİK.

SAYFANIN KENDİSİ DEĞİLDİ ÇİRKİN OLAN;

İLANLA “ŞEHİT” DUYURANLARDI  ÇİRKİNLİĞİ YAPAN....

SON BİR NOT:

MADEM İLANLA DUYURDUNUZ  12 FİDANIN ŞEHADETİNİ;

HİÇ DEĞİLSE KIYIP PARAYA İLANI DA TAM SAYFA VERSEYDİNİZ...

11 Eylül 2012 Salı

MERMER...


 Aslında Hatay Kilis Suriye hattını yazacaktım...
1 hafta boyunca tam da o adreslerdeydim.
Kampları, Suriye'deki durumu, Hatay Kilis sokaklarindaki tedirginlikleri anlatacaktım.
Ama malum burası Türkiye, düşünmeye bile firsat vermeyen bir üke.
Belki de o yüzden yasak düşünmek.
 
Ankara’ya döner dönmez daha çantamı boşaltmadan Afyon’da buldum kendimi.
Yine acı ve ölümün soğukluğuyla karşılaşmak için çıktım yola.
Afyon’a gece 1 gibi ulastık.
Yangin dağda, mühimmat deposunda sönmüş, artık hiçbir zaman sönmeyecek yerlerde çoktan tum bedeni yüreği sarmıştı .Üstelik hiçbir güçte söndüremeycekti o kor alevleri.

 25 evlat... 25 gencecik insan.
Kimse bilmeden bekledi saniyeleri, dakikaların iyi haberlere ulaşmasını diledi.
Analar babalar geldi koşarak; yine gözünde korku yine kolu kanadı kırık.
Haber alamamak en kötüsüymüş  anladım. Beklemek en zoruymuş  gördüm.
Sayıları arttı aynı saatte aynı acıyla korkuyla gelen ana babalarin
-gelmeyenlere takıldı  aklım... emanet edenler ordaydı da emaneti hiçe sayanlar? -

 
Gece ilerledi karanlığı yırttı bir babanın feryadı...
Çok acı gördüm çok vedaya tanık oldum ama gecenin karanlığında boşlukta yankılanan o ses
saplandı kaldı derinde bir yerde.
İçerden gelen her haber, ağıtlara gözyaşları yıkılmalar ekledi, çoğaldı sayıları anne babalarının.
- Gelmeyenlere takıldı  aklım-

 
Gün doğmasın istedi belliki hepsi.Çünkü yeni günün başlaması  doğrulayacaktı  bu kabusu.
Güneş onlar için Afyon’da doğdugu saatte battı.
-Gelmeyenlere takıldı aklım-
Hala umutları vardı imkansız olduğunu bilselerde.
Bir kelime duymak yüreklerini  hafifletecekti bir tek haber.
Emaneti alanlar onlara değil kameralara kostular hep,
Hesap değil buz bir sesle ,  detay ve rakam vermek için...

 
Acı ortaktı.Senin benim hepimizindi tıpkı daha önceki binlercesi gibi.
Ama ya gerçek sahipleri ? ateşin düştüğü yürekler!
Onlar hiç yokmuş gibi davrandı birileri.
Hindistan Pakistan dedi, kagıttan okudu soğuk resmi kurallı cümleleri.
Tabi sonuna eklemeyi ihmal etmedi rahmeti başsağlığını sabrı.
Oysa birkaç metre ötedeydi sabır diledikleri.
Ellerini tuttsalar, gözyaşını silseler hafifleyecekti yürekleri.
Hiçbiri olmadı, afilli arabalarından inip afilli kalabalıklarla kuralları uyguladı herbiri.

Hatta evladını canını kuzusunu soran bir anneye buz gibi “bakacağız” diyerek gitti birileri.
-gelmeyenlere takıldı  aklım... emanet edenler ordaydı da emaneti hiçe sayanlar? -

38 saat sonra geldi emanete sahip çıkacakların başındaki.Uçakla konforlu indi Afyon’a.
Son model girdi kışlaya, son hızla da çıktı.
Kapıda bekleyenler bakakaldı ardından.Ne bir ses ne tek bir teselli !
Bir fotoğrafla  aldım o sessizliğin , olmuşa çare yokun yanıtını.
Mermerden santranç  takımıyla anladım hayat devam ediyoru.


Mermerin memleketinde taş kalpler poz verdi 25 yiğidin yokoluşuna...
Mermer.kilim...plaket... hediye..poz...

Ve şu cümleler  düğümledi boğazımı,
Hayatımın anlamını bulduğum insanın yazdığı iki satırdı aslında Afyonu’u  anlatan.
Ve elbette Mermerin manasını çözdüren:
 

“ MERMER... 25 ANNENİN GÖZÜNDE EVLADININ İSMİNİ KAZIYIP BAŞUCUNA KOYACAĞI  MEZAR TAŞI...
MERMER... VALİ, GENELKURMAY BAŞKANI İÇİNSE BİR AFYON HATIRASI ! ''

 

 

21 Ağustos 2012 Salı

BİR KEZ OLSUN HİSSEDİN...


Hadi derin bir nefes alın.

Gözlerinizi kapatın ya da "en iyisi siz açın..."

Düşünebiliyorsanız yani hala kaldıysa öyle bir yanınız...

Düşünün...hissedin.

Üzülün evet üzülün, tabi başkalarının acısına hala üzülmeyi unutmadıysanız...

O yolda yürüyenin yerine koyun kendinizi.

Kürt olun Türk olun...
Birkez olsun karşınızdaki olun.

Yani hala yapabiliyorsanız insan olun.

Kucağınızda çocuğunuzla yürüyün o caddede...

Minik bir kız çocuğu olun,

Bayramın ne olduğunu yeni öğrenmiş bir kız çocuğu...

Anne olun, baba olun...Polis olun, asker olun şafak nöbetinde...

Bombanın patladığı anı hissedin...

Toprağın ayağınızın altından kaydığını,

binaların depremde olduğu gibi sallandığını.

Elektriksiz bırakın kendinizi...camlarınızın parçalandığını farzedin.

Acı siren sesleri duyun yanıbaşınızda.

Y"ardıma mı gitsem uzaklaşsam mı" diye düşünün saniyenin onda biri zamanda,

Korkarken insan olduğunuzu hatırlayın, korkun...

Alevler gökyüzüne yükselirken sıcağını hissedin...

Telaşlanın endişelenin ama en çok da ya birileri varsa diye !

GAZİANTEPLİ OLUN...FOÇALI OLUN...

Biraz daha zorlayın hafızanızı.

ANKARA’DA KUMRULARDA DOLAŞIN,

ANAFARTALAR ÖNÜNDE OTOBÜS BEKLEYİN....

İSTANBUL GÜNGÖREN’DE AİLECE GEZİN...

Hadi derin bir nefes alın.

Gözlerinizi kapatın ya da en iyisi siz açın...

Televizyon karşısında ahkam kesmekten vazgeçin hadi.

Sessiz kalmayın artık. Bir daha bir daha unutmayın,

Kan akıyor hepimizden.

Ve bu topraklarda akan tek bir damla kan onun bunun ötekinin değil;

Senin benim bizim.





















10 Ağustos 2012 Cuma

ALTIN GÜMÜŞ BRONZ

NE BÜYÜK SEROMONİLERLE UĞURLADIK HEPSİNİ.
DİLE KOLAY TARİHİN EN ÇOK SPORCUSUYLA MADALYA AVINA ÇIKIYORDUK...
LONDRA’YI FETHEDİP DÖNECEKTİK.
DÜNYAYA TÜRK’ÜN GÜCÜNÜ, HIZINI VE NE KADAR YÜKSEKTE OLDUĞUNU GÖSTERECEKTİK.
ÖLÜM KALIM MESELESİYDİ BU NEDE OLSA. SPORA BİR KEZ DAHA SİYASET BULAŞTI KİMSE FARKETMEDEN.
“HÜKÜMETİMİZİN  DÖNEMİNDE...” SÖYLEMLERİYLE SPORTİF BAŞARILAR SAHİPLENİLDİ.
TESİSLEŞME, SPORA VE SPORCUYA DESTEK VARMIŞ GİBİ YAPILDI.
VARSA YOKSA “MEDYA BAKSANA KAÇ SPORCUYUZ SAYSANA” SLOGANI.
HATTA OLİMPİYATIN NE DEMEK OLDUĞU, RUHU HİÇ KİMSENİN AKLINA GELMEDİ.
ÇÜNKÜ KAZANILACAK HER BİR MADALYA İCRAATLARIN YANSIMASI OLACAKTI.
ALINACAK GÜMÜŞ- ALTIN- BRONZ; ÇIRAKLIK,KALFALIK VE USTALIK DEMEKTİ.
USTALIK DÖNEMİNDE “ALTIN” ÇAĞI SPORUN.
YÜKLEDİKCE YÜKLEDİLER SPORCULARA ANTRENÖRLERE...
PEKİ GERÇEKTE NE DEMEKTİ OLİMPİYAT...
RUHU OLDUĞU SÖYLENEN OYUNLARIN NE ANLAMI VARDI Kİ MADALYANIN ÖTESİNDE...
BİR OLİMPİYAT RUHUNUN NE ANLAMA GELDİĞİNİ İKİ ÖRNEKTE ANLATMAK GEREK BİZİMKİLERE.
İLKİ 1968’DEN. MEKSİKA OLİMPİYATLARI...
MARATONDA HAVA KARARMAYA VE KOLTUKLAR BOŞALMAYA BAŞLADIĞINDA STADA AYAĞI SAKAT BİR ATLET GİRDİ,
JOHN STEPHEN AKHWARİ. TANZANYALI... SAKAT AYAĞIYLA YARIŞI TAMAMLADI...
AKHWARİ’YE NEDEN YARIŞI BIRAKMADIĞI SORULDUĞUNDA İSE;
“ÜLKEM 5000 KM’Yİ BENİ YARIŞA BAŞLAMAM İÇİN DEĞİL, BİTİRMEM İÇİN GÖNDERDİ.” DEDİ..
OLİMPİYAT RUHUYDU İŞTE O YANIT.
VE SİDNEY 2000. BU KEZ EKVATOR GİNESİ’NDEN BİR SPORCUYLA TANIŞTI DÜNYA...
ERİC MOUSSAMBANİ HAYATINDA İLK KEZ BİR OLİMPİK HAVUZUNA GİRDİ.
TEK BAŞINA YÜZDÜ. HATTA BİR KAÇ AY ÖNCE ÖĞRENMİŞTİ YÜZMEYİ.
BİR OTEL HAVUZUNDA KULVARSIZ KRONOMETRESİZ YÜZDÜ YARIŞ GÜNÜNE KADAR.
CEBİNDEKİ 50 STERLİNLE SİDNEY’E GELDİ. 17 BİN SEYİRCİ ÖNÜNDE TEK BAŞINA HAVUZA ATLADI...
ÖNCE HERKES GÜLDÜ ERİC’E AMA YARIŞIN SONLARINDA MİLYONLARIN SAYGISINI KAZANDI...
YARIŞI 1:52.72 İLE 100 METRE SERBESTTE OLİMPİYAT TARİHİNİN EN KÖTÜ DERECESİYLE BİTİRDİ.
Kİ O ZAMAN DÜNYA REKORU 48.18’Dİ...
DERECE MADALYA YOKTU AMA  MİLYONLARCA İNSANIN KALBİNİ FETHETTİ.
DÜNYANIN HER YERİNDEN RÖPORTAJA ÇAĞRILDI, SPEDO GİBİ ÜNLÜ MARKALAR 1 YILLIK SPONSOR OLDU.
ÜLKESİNİ 100 ALTINLIK TANITTI TEMSİL ETTİ.
 VE OLİMPİYATIN RUHU DENİNCE BARON PİERRE DE COUBERTİN’İN SÖZLERİ BİLMEYENLERE DERS OLSUN...
“OLİMPİYAT OYUNLARI’NIN ASIL AMACI KAZANMAK DEĞİL KATILMAKTIR. HAYATIN ESASI FETHETMEK DEĞİL, İYİ SAVAŞMAKTIR.”

27 Temmuz 2012 Cuma

GAZLA ÇALIŞAN MİLLETİZ VESSELAM



21 MİLYON... 12 YILDA.

2000’DEN BU YANA YANİ...

YILDA  21MİLYON / 12 EŞİTTİR BİRMİLYONYEDİYÜZELLİBİN.

TAM ANLAŞILAMADI MI? RAKAMLA YAZALIM : 1.750.000

BİR YILLIK RAKAM.

BİRİMİ NE PEKİ. YANİ KG Mİ LİTRE Mİ TL Mİ ?

HİÇBİRİ DEĞİL. DOLAR DOLAR. CANIMİŞTE BUNDAN. “ $”

YILDA 1 MİLYON 750 BİN DOLAR, AYDA NE YAPAR PEKİ?

1750000BÖLÜONİKİ=145.833,333 DOLAR.

İYİ PARA GERÇEKTEN YILDA 145 BİN DOLAR. KÜSÜRATI BOŞVERİN

NEDİR Kİ CANIM ELİNİZİN KİRİ, SADECE 845 DOLARCIK.

AYLIK HESAPLAMASI KOLAY DA GÜNLÜĞÜ ZOR MU? HİÇ  DEĞİL.

145 BİN DOLARI 30’A BÖLERSENİZ ÇIKAN RAKAM GÜNLÜK TUTARI VERİR.

4 861,11 DOLAR.

KÜSÜRATLA İŞİMİZ OLMAZ.  4 861 $’CIK.

İMF’YE 5 MİLYAR DOLAR BORÇ VERECEK  İNSANLARIZ NE DE OLSA.

GÜNDE 4 861 DOLAR; İYİ PARA.

TÜRK LİRASINA ÇEVRİSEK Mİ?

4861 X 1.8 =8 750 TL. (SEKİZBİNYEDİYÜZELLİ TÜRK LİRASI)

NE Mİ YAZIYORUM TOPLAYIP ÇARPIP NEYİN HESABINI YAPIYORUM.

SESİNİ ÇIKARANA, VAY BEN HAKKIMI ARAYACAĞIM MERAKLISINA,

SENDİKAYIM İŞÇİMİN, MEMURUMUN DURUMUNU PROTESTO EDECEĞİM SEVDALISINA,

YUMURTA ATMA GAFLETİNDE BULUNANA, PARASIZ EĞTİM DİYENE

KISACA GİDİŞATA BİR DİYECEĞİ OLANA ESİRGENMEDEN SIKILAN GAZIN FATURASI BU.

SENİN BENİM CEBİMDEN ÇIKANLA SANA ONA BUNA SIKILAN.

(HABER YAPARKEN NASİBİMİZE DÜŞENİ DE ALDIĞIMIZDAN YAZMAKTA SORUN YOK.)

CHPLİ UMUT ORAN SORDU, BAKAN YAZICI YANITLADI.

RAKAMLARLA KONUŞTU YANİ.

PARA ELİMİZİN KİRİYSE TON OLARAK DA AÇIKLADI ONU VERELİM.

628 BİN KİLO BİBER GAZI İTHAL EDİLDİĞİNİ AÇIKLADI BAKAN.

EN ÇOK 2005’TE TÜKETİLMİŞ GAZ.

DEMEK Kİ 2005’TE SESİ ÇOK ÇIKMIŞ MİLLETİN...

“SIK SIK BİTMEDİ” DESENİZ, BİTMİŞ Kİ  TONLARCA İTHAL EDİLMİŞ,

MEMURA EMEKLİYE İŞÇİYE OLMAYAN “GAZA” VAR YANİ.

GAZLA ÇALIŞIRIZ, GAZLANARAK YAŞARIZ...

KISACASI GAZI SEVEN MİLLETİZ DE BU KADAR DA DEĞİL...

DEVLETİN RAKAMLARI YALAN SÖYLEMEZ.

HALEP (HALA ) ORADAYSA ARŞIN BURADA. NEREDEN NEREYE...

İLERİ GAZ DEMOKRASİSİ...


14 Temmuz 2012 Cumartesi

ÖZÜR DİLERİZ YUNUS...


13 yaşındaydı.
TÜRKİYE ONU ÜMİT BEKTAŞ'IN O TARİFSİZ KARESİNDEN TANIDI.
UMUT OLDU SİMGE OLDU O BAKIŞLAR.
NEFESLER TUTULDU ÜLKEDE.

YAŞAMASI İÇİN DUALAR ETTİ ANALAR.
BATIDAN DOĞUDAN - NE APTALCA BİR İFADE. BİZLERE İNANDIRMAYA ÇALIŞIYORLAR YA DA DOĞRUSU BUYMUŞ GİBİ BELLEKLERİMİZE KAZIYORLAR HER AN.
OYSA BİR CAN, BİR YÜREK, KÜÇÜK BİR EVLAT İÇİN HERKESİN AYNI HİSLERİ DUYMASI DEĞİL MİYDİ İNSAN OLMAK...
NEYSE... İNSANLIĞIN TANIMI BİLE FARKLI BU ZAMANDA...

ÜMİT BEKTAŞ TANIŞTIRDI YUNUS'U BİZİMLE.
OMUZUNDA CANSIZ BİR BEDENE AİT ELLE 13 YAŞINDA AZRAİLE KARŞI KOYUYORDU...
DİRENDİ..UMUT OLDU... O YAŞARSA O KURTARILIRSA...

İLK FOTOĞRAFIYDI O YUNUS'UN... O DAKİKALARDA KİMSE BİLMİYORDU SONUNCUSU OLACAĞINI..
İNTERNET KAFEDEYDİ DEPREM VURDUĞUNDA.
OYUN İÇİN, DERSİ İÇİN GİTMİYORDU İNTERNET KAFEYE...
9 KARDEŞTİ YUNUS... SEKİZİNCİSİYDİ...

OKULA GİDİYORDU, OYUN OYNAMAYA VAKTİ YOKTU HİÇ;
DAHA ÇOK BOYA SANDIĞI SIRTINDA PARA KAZANMAK İÇİN TER DÖKÜYORDU VAN SOKAKLARINDA.
AĞABEYİ ASKERDEYDİ, İNTERNET KAFEDE ÇALIŞIP ONA HARÇLIK GÖNDERİYORDU...
7.2 VURDU VAN'I... YUNUS DİRENDİ.. KORKUYA, AÇLIĞA, ÖLÜME...
YIKINTILAR ARASINDA BİR NEFESLİK YERDE DİRENDİ...

ÜMİT BEKTAŞ TEK KARE FOTOĞRAFLA TANIŞTIRDI YUNUS'U ÜLKEYE...
DUALAR ETTİK ONUN İÇİN..''DAYAN BE ÇOCUK'' DEDİ HERKES.
ÖLÜ BİR ELLE OMUZUNDAYKEN DİRENDİ...ÇIKTI O ENKAZIN ALTINDAN...
SEVİNÇ VAN'DAN YAYILDI, İNSAN OLAN HERKESİN YÜREĞİNE ULAŞTI...

BİTMEMİŞTİ AMA YUNUS'UN SAVAŞI...
''YAŞA BE ÇOCUK'' DEDİK HEP BİR AĞIZDAN...
ÇOK ZAMAN GEÇMEDEN ALDIK O ACI HABERİ... YİNE ÜMİT BEKTAŞ'IN ''O'' FOTOĞRAFIYLA' VERDİ GAZETELER...
YUNUS YOKTU ARTIK...AMA KİMLİĞİNDEKİ DIŞINDA BİR BAŞKA FOTOĞRAFI DAHA VARDI...
DEVLETİN, HÜKÜMETİN, SENİN BENİM ENKAZ ALTINDA KALDIĞIMIZ GÜNLERDE ACITTI CANIMIZI YUNUS...
VAN'DA YAŞAMIN SİMGESİ OLACAKTI...OLMADI.

HİÇBİR ŞEY OLMASI GİBİ DEĞİLDİ ÜSTELİK...
YARDIMLAR ULAŞMADI, ÇADIRLARDA SOĞUKTAN BEBELER ÖLDÜ...
SOBALAR ZEHİRLEDİ... ÖLÜMLERE EKLENDİ ÖLÜMLER.
GAZ SIKILDI FERYAT EDENE...

YUNUS SEMBOL OLDU... YAŞAM İÇİN UMUT İÇİN DEĞİL,
ACIYI ÖLÜMÜ VE DEVLETİN SINIFTA KALMIŞLIĞININ BİR HEDİYESİ OLDU
O ACI FOTOĞRAF...
HATTA ALKIŞLAR YÜKSELDİ GÖĞE, YUNUS'UN BULUNDUĞU YERE..
TEBESSÜMLER EŞLİK ETTİ, YUNUS'UN 13 YAŞINDA ÖLÜMÜNE...
ANONSLARLA GELDİ, ÇERÇEVESİNDEN BELLİYDİ ÇOK ÖZENMİŞTİ BİRİLERİ.
VALİDEN BAŞBAKAN'A HEDİYE EDİLDİ İLK VE SON FOTOĞRAFI YUNUS'UN...
SANKİ BU ÖLÜMDE HİÇ PAYLARI YOKMUŞ GİBİ SALINDILAR SAHNEDE...
KİMSE UTANMADI... BAŞINI ÖNE EĞEN BİLE OLMADI.
ALKIŞLAR ALKIŞLARI ÇOĞALTTI...VİCDANLARI YOK ETTİ.

NE HİSSETTİNİZ İKİ KAREYİ İLK GÖRDÜĞÜNÜZDE ?
YA BİRARADA GÖRÜNCE...
KİMDİ YANLIŞI YAPAN...
ENKAZ ALTINDA KALAN MI... YUNUS'U ÖLÜMSÜZLEŞTİREN Mİ...
YOKSA NASIL, NE ŞEKİLDE YAĞDANLIK YAPACAĞINI ŞAŞIRAN MI...
SEN Mİ BEN Mİ...


ÖZÜR DİLERİZ YUNUS...



6 Temmuz 2012 Cuma

CİNAYETE ORTAK OLMAK



ULUSAL MEDYANIN SAYFALARINA BAKIYORUM.
MANŞETLERİNE, ANALİZLERİNE HATTA SEÇTİKLERİ FOTOĞRAFLARA...


"SAMSUN'DA 9 İNSANIMIZIN HAYATINI KAYBETTİĞİ" 
O CİNAYET İÇİN NE DEDİLER ACABA DİYE MERAK İÇİNDEYİM..


AMA YİNE KADERCİLİK, YENİ DOĞA, YİNE DERENİN İNTİKAMI...
SORUMLUSU KİM BU CİNAYETLERİN.
KİM O 4 ANA KUZUSU ÇOCUK? NEDEN ÖLDÜLER?
ADLARINI BİLE BİLMEDİĞİMİZ DİĞER 5 KURBAN KİM.NASIL ÖLDÜLER?


KİM... SORUMLU KİM... İNSAN KİM... DERE KİM...
İMAR KİM...TOKİ KİM... GÖREN KİM.. YA GÖRMEYEN DUYMAYAN...
GÖSTERMEYEN DUYURMAYAN KİM...


GÖRMEYİN, BİLMEYİN, DÜŞÜNMEYİN SORGULAMAYIN İSTİYORLAR...
YAZIKLAR OLSUN DEMEK BİLE İNSANIN KENDİSİNDEN UTANMASINA NEDEN OLURKEN,
NEHİR YATAĞINA İMAR İZNİ VER, DAHA ÇAĞDAŞ YAŞAM ALANLARI DİYE REKLAM YAP..
“FRANSIZ BALKON VE ALÜMİNYUM KORKULUKLARLA”  AMBALAJLA...
KİRA ÖDER GİBİ EVSAHİBİ OLACAKSINIZ DİYE UMUT SAT...
YOKSULU ÇARESİZİ KANDIR, RANTI BÜYÜT  YANDAŞINA YEDİR,


NASIL OLSA SIĞINACAK BİR ŞEY MUTLAKA VAR:
HIZLANDIRILMIŞ TRENDE RAYLARDIR SEBEP,
MADENDE ÖLMEK İŞÇİNİN KADERİDİR,
İNŞAAT ÇADIRINDA YANMAK ALINYAZISIDIR,
GÜZEL ÖLDÜLERDİR, DERENİN İNTİKAMIDIR...
AMA ASLA BİR SORUMLUSU OLMAYACAKTIR TÜM BU CİNAYETLERİN...


ÇÜNKÜ GÖREN, DUYAN, KONUŞAN YOK BU ÜLKEDE...
VE İŞİN ASLI BUNUN ADI;


" CİNAYETE ORTAK OLMAKTIR "

2 Temmuz 2012 Pazartesi

19 YIL...



Nurcan Şahin - 18 yaşında Özlem Şahin - 17 yaşında Asuman Sivri - 16 yaşında Yasemin Sivri - 19 yaşında  Serkan Doğan - 19 yaşında Belkıs Çakır - 18 yaşında Serpil Canik - 19 yaşında ve diğerleri...
adlarını bildiğimiz kendilerini hiç tanımadığımız insanların acısı.


yakıldıkları gün aynı yaştaydım çoğuyla. 18-19...
yolun başındaydılar...
oysa ne çok hayal, ne çok umut biriktirmişlerdi çocukluklarında.
daha çocuktular hatta, hayaller çoğaltıp umutlarını taşıyorlardı yanıbaşlarında...

SEVGİ İÇİN GİTTİKLERİ YERDE ''SEVGİSİZLER'' YAKTI ONLARI..
İNSANLIK İÇİN BİR ARADAYDI HEPSİ 
''İNSANLIĞA İHANET EDEREK'' ÇAKTILAR KİBRİTİ...


gördükleri bildikler ve tanıdıkları kadarıyla sevilesi varlıklardı insanlar. 
evlerinde sokaklarında hep sevgiden söz edenlerle büyümüşlerdi. 
'' İNCİNSEN DE İNCİTME '' diyenler vardı yanıbaşlarında...

tuhaf korkuların ortasında da kalmıştı insanları sev diyenlerin arasında.
gizlenmişlik vardı etrafında...
soruların kimi zaman yanıtsız kaldığı ama asla yok sayılmadığı bir dünyaydı...
18 yaşındaydım tıpkı onlar gibi... biraz gizlenerek biraz uzak kalarak...
ama hep sorularla büyüdüm.
kimsenin ''ne'' olduğuna, nasıl inandığına ya da ne ile yargıladığına bakmadım...
duymadım kimin kime göre daha makbul insan olduğunu... çünkü çevrem hep ''insandı...''

çok sonra duydum birileri daha çokmuş birilerinden... Saklı kalmak ''yaşamak'' demekmiş çoğu zaman.
çünkü sevginin, bir olmanın anlatıldığı ocakların tütmemesi aslolanmış... 
acıları açanlarla, canı yanıp kanayanlar hep bir arada yaşamak zorundaymış meğer... 
duymadım tek kelime çevremden o, bu, öteki... 
çünkü hep ''biz'' duydum;kim olursa ne yaşarsa, neye inanırsa...

2 temmuz 93'u hatırlamaya çalışıyorum....
elbette açtığı acıyı,insanlık ayıbını değil.
o gün ne yapıyordum acaba diye zorluyorum belleğimi..
birkaç gün sonrasında karşılaştığım soru canlanıyor gözünüm önünde:
''Sivas'ta yananlar için ne diyorsun iyi mi oldu kötü mü?'' sorunun nedenini biliyordum o gün de... kimim neyim...19 yıl öncede aynı öfkeyle yanıt vermiştim:


''yakılanlar insan ya yakanlar... ama asıl iyi mi kötü oldu sorusu nasıl bir insanlık ? ''

çok zaman geçmiş üzerinden... tam 19 yıl... ''zaman aşımı'' dediklerinden.
benim o gün yaşadıklarımın önemi olmadığından anlamlı ''zaman aşımı''...
kendime ait bir acı yok belleğimde çünkü...
2 temmuz günümden hatırladığım tek şey, annemin gözyaşları..
zaman aşımı olmayacak bir acının anlamıydı o gözyaşları...
tanımadığı sadece adını bildiği ya da o an duyduğu insanlar için annem ağlıyordu.
bir köşede gizlice de değil üstelik... göstererek ''bu acıyı sizde yaşayın'' diyerek... annemdi ağlayan...

evlatlarına duyacağı bir acıyla ağladı annem.
çünkü adlarını bilmese de ''bizdik onlar''. ''BİZDENDİ'' hepsi...

çok zaman ağlamıştı annem... annem gibi başka analar... Maraş'ta... Çorum'da... ...

hala soruyor annem ve analar, duymayacak olanlara:

 ''HANGİ KİTAPTA VAR ELLERİ KOLLARI BAĞLIYI YAKMAK...?''

20 Haziran 2012 Çarşamba

ONLAR DA ÇOCUKTULAR

Onlarda çocuktular... Fotoğraf milyonlarcasının bilmediği bir yerde çekildi. Hatta bırakın ilçenin adını, İlin adını yazsam, haritada yerini bulamazlar... Neresi mi ? Dağlıca..hani acı haberlerin sezon finali yapıp tekrar tekrar gösterime girdiği yer. e burası da Yeşiltaş...nasıl gidilir nerededir önemi yok. Kısaca tarif etmek gerek yine de... Van’a uçan bir uçak bulursunuz. Sık sık Ay Yıldızlı bayraklara sarılı tabutların yan yana dizildiği “Helikopter Filo Komutanlığının” yanıbasındaki Ferit Melen Havaalanına inersiniz. Arabaya bindiğinizde istikamet Yüksekova - Hakkari karayolu olur. Duble yoldur büyük kısmı.”Hizmet gelmiş dersiniz,ne eksiği kalmış ki, büyük kentte yok bu asfalt” diye geçiriverirsiniz yoksulluğu, acıları görmeden duymadan... 3 saatlik bir yol..dağları devirir geçitleri aşarsınız..çevreniz büyüler sizi, turistik bir gezinin ortasında kalırsınız önce. Sonra ne için geldiğiniz aklınıza gelir direksiyon başında. Tedirginlik baş gösterir dağların arasındaki bilinmezleri düşündükce. Hissettirmezsiniz yol arkadaşınıza. Sarp geçitler vardır yol boyu.zaman zaman güvenlik kontrollleri...moral vermeye çalışırsın sana kimlik soran aslana... iki üç cümleyi geçmez sohbetin.... kim olduğunu öğrenmeden geride bıkarır, yola devam edersin. Hakkari Yüksekova yol ayrımına dik bir yokuştan inersiniz.aşağısı sıra sıra araçlar... 2 saat olmuştur Van’dan ayrılalı. Yeşil Köprü karakolu karşılar sizi.nereden nereye sorusu...rutindir artık... İşlemler yapılırken sağınıza solunuza bakarsınız. Çepeçevre sarılmış bir karakol...dağların eteklerinin altında.Tepelerde mevziler.Neden burada bu kadar açık hedefte derken “iyi yolculuklar” sözünü duyarsınız...aklınızda neden sorusu... 30 km sonrasında Yüksekovadasınızdır.Adının hakkını veren bir ova. Alabildiğine uzanır önünüzde.Kışsa mevsim soğuktur oralar, bembeyazdır her taraf dağlar, taşlar. Yaz günüyse sıcak ama bir o kadar yemyeşil.... İlçeye ilerlerken sağa ayrılan bir yol görürsünüz. Sabancı adının yazılı olduğu bir okulun yanıbaşında...merkeze ilerlemekse niyet tabelalara bakar tanıdık bir isimle karşılarsınız ‘’DAĞLICA” Merkeze gitmeyelim isterseniz gelin Dağlıca yoluna sapalım birlikte. Yüksekova’dan yükselerek devam eden bir yolu takip edesiniz. 30-40 km’lik bir dağ yoludur.asfaltı çoğunlukla düzgün.Çünkü asfalt önemlidir bu yollarda.asfaltsız yol kolay tuzaklamadır çünkü... yani asfalt yoksa mayın gizlemek kolaydır. 30 km burada aslında saatler demek. sürekli virajlı,engebeli... yol tutar önce.sonra bilmediğiniz bir coğrafya heyecanı... Dağlıca’ya ulaşmak kolay değildir öyle. Kontroller daha sıkı.her aklına esen geçemez öteye. Dağlıca, yerleşimi 1400m rakımda olan bir yer. Ceviz ağaçları her yanda. Çevresini 3000 mlik Cilo Dağları, İkiyaka Dağları ve Oramar Dağı ile örülü. o yüzden adı DAĞLICA. Dağlıca’dan daha da derin bir yerdedir Yeşiltaş. Yol sizi hep yalnızlığa doğru götürür.Kimseler yok mu buralarda dersiniz. Kim yaşar neden yaşar diye sorarsınız safca... 1.derecede askeri bölgedir... Dağların izin verdiği kadar nefes alıp görürsün. Yol nasıl uzanır bu dar bölgede diye geçirirken aklınızdan, gözünüz hep yükseklere takılır.Korucuların derme çatma kulübeleri vardır sağ da solda...askeri ulu orta görmek öyle kolay olmaz.ya mevzidedir aslanlar ya pusuda. Sabahın ilk ışıklarında mayın arama ve ikmal varsa yol güvenliği için eli tetikte yürür saatlerce.yüzlerinde korku olmadan, yüreklerinde hissederek düşünceyle ilerlerler yanınzda. O korkmaz gibidir ama siz onlar için korkarsınız... yürürler, sesszidirler,konuşmak istesende yanaşamazsın... bilinmeze doğrudur yolculukları.... Cep telefonu çekmez, bağırsan kimse duymaz. O dağların çevrelediği üçgende karakolu görürsünüz yol kenarında.Yeşil bir vadi içindedir. Yine aynı soru gelir aklıınıza: burada ne işi var bu karakolun? hakim tepelerin tam da altında. Dağlardan taş kopsa bahçesine düşecek gibi...neyi nasıl koruyacak bu aslanlar... Bir yanında yol,hemen arkası bir dere... Ve orada hayatlarının en güzel çağında aylarca yaşayan gençler..kimi özlüyor kimin yanında olmak istiyorlar şimdi dersiniz.sadece asker mi ya oradaki çocuklar? Askerin en iyi dostu olur çocuklar. İşte o fotoğrafta Yeşiltaş’ta çekilmiş bir kare. Çocuklarla askerin dostluğunun kanıtı. Altında da bir not: “Yolumuzu gözlerlerdi hep...çikolotamızı meyve özlerimizi paylaşırdık..canlarım benim.” Çünkü onlarda çocuktular bir zaman...

20 Mart 2012 Salı

GİTMEE







Bir kız çocuğu bağırıyordu kalabalık içinde...
“Gitmeee...”
Cılız titrek bir ses.Yüzlerce insanın içinde duyuldu yine de .
“Gitmeee...”
Yüreği atan herkeste yara açtı o ses.
Gözleri doldu vicdanı olanların.
Ciğerler parçalandı o tiz o cılız sesin vurgusuyla...
“Gitmeee.”
Koca koca adamların arasında göremedi kimse onu.
Kimsenin görmesini de istemedi zaten.
Sesini duyurmaya çalıştı sadece.
Sesini duysun istedi, ”duyamayacak olan.”
Gitmeee diye bağırdığında “korkma gitmiyorum” diyecek sanıyordu çünkü.
Herkesin sesini bastırdı o yüzden küçük kızın sesi.
Çok güçlü çıktı.
Yanında duran koca adamlardan daha güçlüydü onun yüreği.
Gitmee dedi.
Gözündeki yaşı gördü herkes,ama içindeki acıya kördü hepsi...
Bilmiyordu nereye gittiğini, zaten hiç bilememişti onca uzakta ne işi olduğunu?
Herkesin babası yanıbaşındaydı oysa.
Bayramda, tatilde hatta doğumgününde olamamamıştı yanında.
Adını bile bilmediği bir yerlerden sesini duyarak tanıyordu,
Fotoğraflarıyla büyüdüğünü gösteriyordu.
Ama bugün yakasında taşıdığı fotoğrafın ne anlama geldiğini bile bilmiyordu
Gitmee
Aklının ucunda gelecek avuntusu vardı hep.
Giderken söylemişti annesi ,GELECEKTİ
Gittiği gün söylemişti bir de bugün
Gitmeee..
Gitti artık gelmeyecek bir daha... annesinin sözleri de yetmeyecek artık!
Büyüyecek soracak, arayacak, bir yanıtı isteyecek
Gitmee
“O gün bağırdığım da neden gittin” diyecek, cevabını kimse veremeyecek
Yanında yürüyen koca adamlar yanıtsız bırakacak onu,
Çünkü onun gibi başkaları da haykıracak;
Gitmee
Onları da duyan olmayacak onları da babasız bırakacak hepsi...

8 Mart 2012 Perşembe

TAŞIMA SUYU VE ARTAN REFAH


Fotoğraf birkaç hafta öncesine ait.
Çok şey anlatıyor aslında.
Söze gerek bile bırakmıyor.
O yüzden seviyorum fotoğrafları...
Ama en çok da ne anlatmak istediğini bilerek çekenlerinkini.
Sabah gazetede bir röportajın satıraraları dikkatimi çekti.
Bir soru bir yanıt. Kesintisiz süren eğitim tartışmalarına ait.
Soruyu gazeteci soruyor, yanıtı 6 yıl Milli Eğitim Bakanlığı yapan siyasi veriyor.
Soru: Okula başlama yaşının öne çekilmesi doğru mu?
Hüseyin Çelik: Evet. Çünkü beslenme kalitesinden dolayı refah toplumu olduk. Ailelerin durumu iyileştikçe çocukların gelişimine yansıyor.(Akşam Gazetesi 8 mart 2012.Çiğdem Toker)
“beslenme kalitesinden dolayı refah toplumu olduk”
Siyasinin söylemiyle o kadının fotoğrafını yanyana koyuyorum, Hiç örtüşmüyor hiç denk düşmüyor.
Hangisi doğruydu?Hangisi hayatın kendisiydi?
Hangisi...
Diyor ki Hüseyin Çelik: “Ailelerin durumu iyileştikçe..”
İyileşmenin tanımını yapabilir mi acaba akademisyen siyasetci Hüseyin Çelik?
Anlatmak kolay da mutluluğun resmini yapmak kadar zor mudur, iyileşmenin doğrusunu anlatmak?
Ya da bu fotoğraftaki iyileşmenin bir anlatımı var mıdır?
Çeşmeye iyice bakın, üzerinde bir tarih var: 1994.
20.yüzyılın Türkiyesinde ilçeye su ancak gelebilmiş.
Övünç kaynağı olmuş o tarih, çeşmenin üzerine yazılmış ama ilçedekilerin kaderi olmuş.
Omuzlardaki yük su taşımak değil,
Yükün adı yaşabilmek; üstelik insanca...
Plastik bidonlarla taşıdığı suyla tenceresini kaynatacak, beslenme kalitesini arttıracak.
Sağlıklı bir yaşam için taşıma suyuyla temizlik yapacak
İyileştirmeyi hissedecek bir bardak taşıma suyuyla demlenen çayda .
Hangisi doğru ? hangisi hayatın kendisi?
Hangisi...

(YILMAZ AYNALI KARDEŞİMİZİN EMEĞİNE TEŞEKKÜR EDİYORUM...ARDAHAN DAMAL’DA GERÇEK BİR KESİT...21.YÜZYILIN TÜRKİYESİNDE GERÇEĞİN BİNLERCE KELİME YERİNE TEK KARE ANLATIMI.)

7 Mart 2012 Çarşamba

KİMİN ŞEHİDİ DAHA DEĞERLİ?

Korku heyecan acı yarattı ilk duyulduğunda o haber
“Uludere’de 34 kişi sınırı geçerken bombalandı.”
İlk resmi açıklama: Terörist grubu vuruldu.
Birkaç saat sonrası,
2. resmi olabilecek açıklama:”terörist de olabilir kaçakçı da”
Birkaç saatin de sonrası,
3.ama resmiyet kazanan "ilk" açıklama: “Kaçakçılar”
Nihai açıklama en resmi olanı: “babadan atadan kalma kaçakçılık yapan köylüler”
Sivil vatandaşlar, masum insanlarımız…
Açıklamalar ardı ardına.
Acıdı Türkiye’nin yüreği…
Ve sonunda tüm Türkiye öğrendi ki;
Uludere’de ölenlerin hepsi ŞEHİTTİ.
Şırnak Valiliği kartlar hazırladı
Emine Erdoğan’ın ziyaretinde ölenlerin yakınları taktı o kartları
Güvenlik gerekçesiyle,
O kartı olmayan Erdoğan’ın bulunduğu eve giremedi.
Kartlarda tanıdık ifadelere vardı:
“Şehit annesi”
“Şehit babası”
“Şehit kardeşi”
“Şehit yakını…”
Devlet sonunda kararını verdi Şehitti hepsi

Üstelik kendi askerince bombalanan, öldürülen şehitler
Türkiye’nin acı bir gerçeği ne yazık ki şehitlik
Tazminatla dindirilmeye çalışıldı acılar hep
Bir evladın, bir babanın, bir canın yarısının acısı kaç para ederdi ki?
Şehitlik mertebesi ULUDERE’de de çıktı Türkiye’nin karşısına.
Üstelik tazminatı da belliydi ölenlerin.
123 bin lira.
Sormadan edemedi Türkiye…
“Askere, polise şehitlik tazminatı 50 bin lira,
Uludere’de şehit olanlara ise 123 bin lira…”

Yok olan hayatlar ortak acılar kapanmayan yaralar hepsi bir hepsi aynı
Peki kimin şehidi daha değerli?

2 Mart 2012 Cuma

YALANLA BESLİYORLAR BİZİ


Hani diyorlar ya "dünyanın en büyük 17. ekonomisiyiz" diye...
Böbürleniyorlar üstelik hiç durmadan...
Yoksul kalmadı,açlarımızı doyurduk, öksüz bırakmadık kimseyi diye caka satıyorlar ya...
Ve her söze başladıklarında kimsesizlerin kimi olmakla hava basıyorlar... Övünüyorlar,kimsesizin “kim” olduğunu bile bilmeden.
Uzakları yakın ettik diyorlar her fırsatta, uzaktakinin yalnızlığını bilmeden.
Gösterdikleri ile yaşatıyorlar, göstermek istediklerini anlatıyorlar hep bir ağızdanBirgün Musa oluyorlar ertesi gün Firavun ...
Dokunuyoruz halka, biliyoruz dertlerini diyorlar,hissetmeden yaşamadan...
Bir fotoğraf anlattı tüm bunları aslında yalan olduğunu...
Ne büyüyen ekonomileri ne böbürlenmeleri ne de "bitti" dedikleri yoksulluk gerçeği...
Tek bir kare fotoğraf kanıtladı hepsini.
Düşündürdü, hüzünlerdirdi ve hissettirdi...
21.yüzyıl Türkiyesi ya adı.
Modern, devasa, global dünyanın baş aktörlerinden.
Oysa kocaman bir yalan olduğu tek bir kare fotoğrafla çıktı ortaya.
Gerçekti... ne ışık oyunu ne de “amca sen burada dur” vardı içinde.
Bir odada ortak bir yaşamı anlatıyordu.içinde yoksulluğu, yalnızlığı, çaresiz bırakılmayı taşıyordu;unutulmuşluktu adı.
Fildişi kulelerinde yaşayanların hiç bilmek istemediği,
İktidarını kaybetmekten korkanların görmek istemedikleri bir yaşamın kanıtıydı...
Göstermeyi hiç istemedikleri gerçekleri gösterdi o tek kare fotoğraf.

VE NAZIM’I hatırlattı...
“ah benim insanlarım! yalanla besliyorlar bizi,. hâlbuki açsınız. et'le, ekmekle. beslenmeye muhtaçsınız..”

Not:fotoğraf Yılmaz Aynalı kardeşimize ait.Türkiye’nin -bir şehrinde- çoğu insanın sadece haritada yerini bildiği Ardahan’ın Damal ilçesi Oburcak köyünde çekildi.Emeğine yüreğine ve gören gözlerine sağlık Yılmaz.)

7 Şubat 2012 Salı

ACILARA ZAMAN AŞIMI VAR MI?





Acılara zaman aşımı var mı?
Ya ölümlere?
Zaman aşındıkca acılar da yok olur mu?
41 insan... 41 yaşam...
41 isim... 41 zaman... 41 acı.
O gün oradaydım.
Bir annenin evladına veda edişine tanıklık ettim.
Karşıyaka mezarlığındaydık onlarcası ile birlikte.
Çok acı çok ölüm çok veda görmüştüm o güne kadar.
Karşıyaka’nın tepelerinden birinde,
Taze kazılmış bir mezarın yanıbaşındaydı,
Sesi soluğu çıkmıyordu artık.
Oysa isyan ediyordu çığlık çığlığa
Ve kimse duymuyordu o çığlıkları.
Belli ki acı yırtıyordu yüreğini,kanıyordu içinde bir yerleri.
Gözlerinden yaş akmasa da yüreğinde kan damlaları birikmişti.
Kolay değildi bu veda... Gidip gelecekti son vedasında...
Üstelik Hızlıca gidip HIZLANDIRILMIŞ dönecekti.
Toprağa hınçla parmaklarını geçirdi... Tırnaklarının arasında kaldı kum taneleri.
Söküp çıkaracaktı,toprağa vermeyecekti.
Sımsıkı avuçluyordu; yavrusunun elini tutarcasına.
Yüzünü yasladı toprağa sonra, onu koklarcasına uzandı.
Gözünden o an döküldü bir damla yaş, toprağa karıştı.
Nedenini hiç bulamadı.soruları hep yanıtsız kaldı.
Çok gençti...tarih 2004...aylardan temmuz.
Belki benden küçüktü... Belki benden çoktu gülüşleri.
Benden çoktu yaşama sevgisi... Belki hepimiz gibi bugünleri görmekti dileği.
Ve daha nice yılları ardında bırakmaktı hayali... Olmadı... HIZLANDIRDILAR onun yaşamını. Öldürdüler.
Son görev sorumluluğuyla ordaydı onlarcası. Ama birtek sorumlusu yoktu HIZLANDIRILAN ölümlerin.
“Adalet treni kaçmadı henüz” diyerek topraktan kaldırdı annesi yüzünü.
Geri getirmese de hesabını verecekti birileri, adaletin treninde.
Her temmuz... her doğumgünü... her yeni yıl.. zaman aşımı olmadan büyüdü acısı...
Zaman aşımı ana yüreğindeki acIyı hafifletmeyecekti
Zamanla daha da arttı sızısı. Daha da yaraladı.
Zaman aşımı aşındırmıyordu bir annenin acısını.
Zaman aşıp gidecekti ama acı hep olduğu yerde katlanarak yaşacaktı.
O anne ve diğer 40 anne için:
ADALET TRENİ ÇOKTAN KAÇMIŞTI...

24 Ocak 2012 Salı

BABAM VE BÜYÜK İNSAN

Yaşım çok küçüktü... hani sözcüklerin anlamını bile bilemediğimiz zamanlardaki...
Sabahın ilk ışıklarıyla bakkal dükkanımızı açardı babam.
Koltuğunun altında çoktan sıkıştırdığı Cumhuriyet Gazetesini dükkanın orta yerindeki masaya bırakırdı.
Okuduğu gazeteden fişleneceğini hiç aklına getirmezdi,


O günlerde kimse korkmazdı kimlerin “o” gazeteyi göreceğinden.
Orta yerde dururdu.
Hep aynı sayfada uzun uzun kalırdı. Okurdu bakkalda müşteri olmadığı anlarda.
En derinde o sözcüklerle buluştuğunda gelen müşteriye yüzünü asardı.
Dikattlice bakardım yüzüne,”Uğur Mumcu” derdi; “büyük adam”
Anlatırdı yandaki komşu manava kasaba babam:
... “cesur bir kez, korkak bin kez ölür”.
“demokrasi, özgürlük, vurulduk, asıldık öldürüldük ey halkım unutma bizi...”
Hiçbirinin ne anlama geldiğini bilmeden dinlerdim.
Babamın sözlerindeki heyecana,inanca hayran kalırdım...
“Büyük adam” sözü hep hayallere süreklerdi beni,
Bir çizgi roman kahramanı gibi algılardım Uğur Mumcu adını.
Yaşım daha 5 – 6 ..
Çok zaman geçti değişti herşey
Değişmeyense babamın sabahın ilk ışıklarıyla bakkalı açması
Ve masa üzerindeki gazetesiydi...
Büyüdüm... Yaş oldu 17 - 18...
Sözlerin cümlelerin ne anlatmak istediğini kavrar oldum.
Okunmuş bir Cumhuriyet Gazetesinde babamın “büyük adam” dediği Uğur Mumcu’yla tanıştım...
Anlamaya çalıştım.. düşündüm... demokrasiyi, özgürlüğü,kürt sorununu...
Ve öğrenmeye çalıştım:
“mezar taşı” gibi suskunluk simgesi olmamak gerektiğini...
Ölümü de biliyordum artık suikastı da.
24 Ocak’tı... Yıl 1993. Yaşım 18.
Babamın yüzündeki acıyı unutmadım uzun süre.
Gözyaşıyla komşu manava kasaba anlatıyordu yine Uğur Mumcu’yu
Bu kez ölüm vardı acı vardı sesinde.
Milyonlarcası ile birlikte yürüdük soğuk bir kış günü.
Açmadı babam o gün bakkalı. Gazete de almadı.
O büyük insanı küçücük insanlar nasıl yokedebilirdi ki?
“Neden” diye sordum günlerce.
Biraz daha büyüyünce anladım nedenini....
Birkaç yıll sonra kapattı bakkalını babam...Gazetesini artık evinin balkonunda okuyor.
Çekinerek söylüyor hangi gazeteyi okuduğunu.
Yine de inandıklarına sahip çıkarak dimdik yürüyor,konuşuyor, savunuyor...
Bense gazeteci olmaya çalışıyorum 14 yıldır...
“Büyük adamın” ardındansa tam 19 Yıl geçti.
6 935 gün... 16 640 saat... 9 986 400 dakika...
“Zaman su gibi akıp geçiyor” du ya hani,
İşte o söz bu sokakta yalanla el ele yürüdü.
Burası Uğur MUMCU’nun sokağıydı çünkü...
Karanlığın aydınlıkları esir ettiği yerdi.
Bombanın patladığında YOK OLDU ZAMAN DENEN YALAN.
Acıyı aynı bıraktı milyonlarca dakika geçse de;
Aynı yerde kanadı kırmızı bir karanfil...
Ve Bir Pazar sabahıydı, hiç Pazartesi olmadı o sokakta...
KIRIK BİR GÖZLÜK MİRAS KALDI MİLYONLARA ...
BAKMASINI BİLENLERE...